(For selected articles translated in English language, click here)


"Yugoslavya yazıları" nedir? Buraya tıklayınız.



16 Aralık 2015 Çarşamba

DALMAÇYA’DA İSTENMEYEN YUGOSLAV MİRASI

(Yaıznın orijinali 6 Ağustos 2011 tarihinde yayınlanmıştır)
 
Geçtiğimiz hafta Hırvatistan’ın Adriyatik sahilindeki turistik merkezlerinden Makarska’nın yerel gazetelerinden Makarska Riviera’nın başyazarının yazdıkları Bosna ve Hırvatistan’da haftanın tartışma konusuydu. Makarska Riviera’nın başyazarı İvo Çurkoviç kişi başına 30 Avro harcayan 10 Bosnalı turist yerine  günlük 500 Avro bırakan bir Avrupalı turisti tercih ettiğini yazınca kıyamet koptu.

Hırvatistan ve Bosna iç içe geçmiş iki ülkedir. Bosna’yı bir eşkenar üçgen olarak tasvir ederseniz Hırvatistan bu eşkenar üçgenin iki kenarını çevreleyen bir hilâle benzer. Öyle ki, Hırvatistan’ın kuzey illerinden, güneydeki sahillere gitmek isteyenler Bosna’nın içinden geçerlerse yollarını yarı yarıya kısaltmış olurlar. Zagreb’den, Hırvatistan’ın limanlarından biri olan Ploçe’ye giden tren Saraybosna ve Mostar’dan geçmektedir.

Eski Yugoslavya’nın sahil kesimlerinin büyük bir kısmı Hırvatistan’da kaldı. Dalmaçya kıyıları görenlerde hayranlık uyandırır. İç içe geçmiş koylar, berrak bir deniz ve en güzeli de seneler boyunca endüstriyel turizmden “muaf” tutulan bir ülke... Betonlaşmamış, büyük sermaye gruplarının otel inşaatları için peşkeş çekilmemiş koylarıyla Dalmaçya kıyıları öyle veya böyle, bir şekilde tecrübe edilmiş sosyalist planlamanın avantajlarını günümüzde dahi yaşamaktadır.

Dalmaçya kıyıları senelerce Yugoslav işçi sınıfının tatil yeri olmuştur. Sosyalist hükümet Yugoslav vatandaşlarına sadece çalışırken değil, emekli olduktan sonra bile mütevazi Zastava otomobilleriyle ailecek Dalmaçya kıyılarında tatil yapma olanağı sağlıyordu.

Yugoslavya dağıldıktan sonra, gerek Dalmaçya kıyılarının yakın oluşu, gerekse de bu alışkanlıktan ötürü bir çok eski Yugoslav ülkesi vatandaşı tatil için Dalmaçya kıyılarına gitmeye devam etti. Bugün Dalmaçya kıyıları eski şaşalı günlerinden uzak. Nitekim, Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya vatandaşları için yaz aylarında deniz kenarı bir hayalden öte değil. Serbest piyasa koşullarında, tatile gitmeleri için iki-üç aylık maaşlarına dokunmadan bir köşeye ayırmaları gerekiyor. Dalmaçya kıyılarında Alman turistler için ayarlanmış fiyatlarla başetmek çok da kolay değil.

İşte, tam da bu bağlamda Makarska Riviera başyazarı zaten paralı turist istediklerini beyan ediyor ve hedefte ise günübirlik tatile gelen Bosna vatandaşları var. Aslında bu tavrın siyasî bir arka planı var. Hırvatistan bağımsızlığından bu yana Yugoslav geçmişiyle bağlarını koparmaya çalışıyor. Bu çabasında yalnız değil: Slovenya da Hırvatistan’a “Yugoslav” mirasının reddinde yoldaşlık yapıyor. Eski Yugoslav ülkeleri arasında iktisadî olarak en gelişkin olan ve AB’ye en erken kabul edilen Slovenya ile ilgili gözlem ve analizlerimizi başka bir yazıya bırakıyoruz. Bu yazıda ise değinmek istediğimiz daha çok Hırvatistan’ın Yugoslav mirasını reddi.

Hırvatistan adı tarih boyunca hiç bir zaman bir devletin ismi olamamış. Tek istisnası Nazi Almanyası’nın kukla devleti olan “Bağımsız Hırvatistan Devleti”. Bu zamana kadar Bizans, zaman zaman Osmanlı, yer yer Venedik ve Habsburg hakimiyeti altında Vatikan’a bağlı bir şekilde yaşamış olan prensliklerden bahsedebiliriz. Nazi Almanyası’nın Balkanlar’ı işgaliyle birlikte kurulan faşist Hırvatistan Bosna’nın tümü ve Sırbistan’ın da büyük bir kısmını topraklarına katmıştı. Bu coğrafyada özellikle Sırplara karşı yürüttüğü soykırım çabaları, gözlemci Nazi subaylarını bile dehşete düşürecek cinstendi. Hırvatistan, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Nazilerin göstermelik yargılamalarından Nazilere karşı şanlı bir direniş gösteren Yugoslavya devletinin bir parçası olmasıyla adeta “paçayı kurtarmıştı”. Tarih hakkında varsayımlarda bulunmak çoğunlukla yanlış sonuçlara götürür. Fakat, Yugoslavya’nın bir parçası olmasaydı, Hırvatistan’ın haritadan silineceği, ya da en iyi ihtimalle günümüzdeki sınırlarıyla kıyaslandığında çok daha küçük bir devlet olacağı aşikârdır. Partizanların değil de, İngiliz ve ABD destekli Sırp milliyeçilerin (Çetniklerin) zaferi kazanması durumunda en iyi ihtimalle Sırp nüfusun yoğun olduğu Hırvatistan’ın kuzey kısmı ve tam da ortasındaki Krajina bölgesi Sırbistan’ın bir parçası olacaktı. Bu anlamda, savaştan sonra faşizmin hesabını halklara değil, faşist yöneticilere kesen Tito yönetimi Hırvatistan’ın sınırlarına dokunmamıştı.

Faşizmin ülkede işlediği suçlardan muaf tutulmasının da ötesinde, Yugoslavya’dan en çok fayda sağlayan iki ülkeden birisi de Hırvatistan olmuştur. (diğeri; Slovenya) Yugoslavya’nın endüstriyel üretiminin yurtdışına ihraç edilmesinde kullanılan Dalmaçya limanları bugünkü gelişmişlik düzeyini bu iktisadî dinamiğe borçludur. Kuşkusuz ki, Yugoslavya gibi geniş bir iç pazardan faydalanan Hırvatistan’ın, bu limanlarda dünyaya pazarlanan ürünlerinin üzerindeki “Made in Yugoslavia” damgası da Hırvatistan’da üretilen mamüllerin Dünya pazarında satışını kolaylaştırıyordu. Bu anlamda Yugoslavya’daki merkezî planlama sadece Hırvatistan’ın endüstriyel üretimini arttırmakla kalmıyor, ülkenin Dünya’daki presitiji de bu ürünlerin pazarlanmasını kolaylaştıryordu.


Bu veriler doğrultusunda Hırvatistan’ın varlığını Yugoslavya Sosyalist Federasyonu’na borçlu olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır. Makarska Riviera gazetesinin başyazarının kullandığı söylem ise sadece içinde barındırdığı milliyetçi, hatta ırkçı ifadelerle değil, Yugoslavya özelinde sosyalist mirasın reddinin geldiği noktanın anlaşılmasında da faydalı olacaktır. Bugünkü altyapısını, sadece iktisadî değil, kültürel altyapısını da reel sosyalizme borçlu olan milliyetçi öznelerin geldikleri nokta aynı zamanda senelerce bir arada yaşadıkları komşularına gösterdikleri vefasızlık örnekleriyle de doludur. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder