(For selected articles translated in English language, click here)


"Yugoslavya yazıları" nedir? Buraya tıklayınız.



24 Aralık 2015 Perşembe

SIRBİSTAN SEÇİMLERİ

(Yazının orijinali 9 Haziran 2012 tarihinde yayınlanmıştır) 

Geçtiğimiz ay yapılan seçimlerden sonra Sırbistan’da iktidar sekiz sene sonra el değiştirdi. İki dönem üst üste devlet başkanlığı yapan Demokrat Parti başkanı Boris Tadiç’in yeniden seçilememesi uluslararası toplum tarafından hayal kırıklığı ile karşılandı. Nitekim, çok az bir farkla seçimi kazanan SNS lideri Tomislav Nikoliç’in siyasÎ geçmişi, Batı’yla uyumlu bir politika güden Tadiç’inkinden farklı dinamiklere sahip.

İki dönem üstüste devlet başkanlığı yapan Boris Tadiç’in Batı’yı üzmeyen politikaları hakkında tam bir sene önce bu köşede “Sırbistan: Biz de AB’yi hak ediyoruz” başlıklı bir yazı yayımlanmıştı. (1) Önce Miloseviç, sonra Karadziç ve son olarak da Ratko Mladiç’in yakalanıp Lahey’deki “Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi”ne teslim edilmesi Boris Tadiç’şin siyasi karıyerinde en önemli hamleler olarak göze çarpar. Daha da ötesi, Bosna’daki Sırp milliyetçilErini frenlemeye çalışmasıyla da göz dolduran Tadiç, bölge ülkeleriyle, özellikle Bosna ve Hırvatistan’la iyi ilişkiler kurmaya çalışarak Batı’nın takdirini kazanmıştı. Tadiç açık açık “Büyük Sırbistan” fikrinin “iyi bir fikir olmadığını” belirtmişti. (2) Sırbistan vatandaşlarının Schengen vizesinden muaf tutulması ve AB üyelik sürecinde Sırbistan’ın başarılı yükselişinin iç politikada da yansımasını bulacağı ön görülüyordu. Fakat, öyle olmadı. Boris Tadiç, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk sorunlarını çözmekte başarısız oldu. Yunanistan, Portekiz ve İspanya krizleriyle birlikte Sırp halkının AB’ye olan güveninin de azalmasıyla son seçimlerde bit pazarına nur yağdı ve Yugoslavya savaşının eli kanlı aktörleri yeni yüzleriyle son seçimleri kıl payıyla da olsa kazandı.

Önce Tomislav Nikoliç’i tanıyalım.

Nikoliç siyasi hayata SRS’de (Srpska Radikalna Stranka – Sırp Radikal Partisi) başlıyor. Parlak bir akademik karıyerine rağmen, Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Çetnik (İkinci Dünya Savaşı’ndaki Sırp faşist çeteleri) ruhunu canlandırma hevesine kapılan ve Bosna’daki katliamlarda bizzat parmağı olan Voyislav Şeşel’in kurduğu SRS, Miloseviç’le ara ara ters düşse de, hatta bundan dolayı liderleri kısa süreli hapis cezaları alsa da aşırı milliyetçi Miloseviç hükümetini desteklemekte geri durmuyor.

Fakat NATO operasyonu, sonrasında Miloseviç’in Lahey’e teslim edilmesiyle kendini hissettiren yeni rüzgârdan yelkenini doldurma telaşındaki Nikoliç AB üyeliğine sıcak bakmayan SRS liderliğiyle ters düştüğü için 2008 yılında SRS’den ayrılarak SNS’i (Srpska Napredna Stranka – Sırp İlerleme Partisi) kuruyor.

Nikoliç’in siyasi profili muhafazakârlığın doğasını özetliyor: Bağnaz bir milliyetçilik ve kompradorluk. Bir yandan “Büyük Sırbistan”, öte yandan “Avrupa Birliği”.

Boris Tadiç’in hatası ise AB sürecinde AB’dekileri korkutmamak için milliyetçi söylemini yumuşatması idi. İşsizliğe, yoksulluğa veya yolsuzluğa çözüm bulamayacağı kendinden menkûl siyasi partiler arasından, sadece %46,2’lik katılımla gerçekleşen seçimin ikinci turunda sandığa giden Sırp seçmenler tercihini “daha kişilikli” bir politikacı için kullandılar. Nitekim Nikoliç de konu Bosna, Kosova ya da Hırvatistan olduğu “one minute” diye “atara atar” yapıp coşarken, emperyalizm karşısında “evet efendim, sepet efendim”lerini çok büyük bir ustalıkla saklayabiliyor.

Seçim sürecinde önce Vukovar hakkında inciler dizdi. Vukovar’ın bir Sırp kenti olduğunu iddia etti. Seçimin ikinci turundan hemen önce ise Srebrenica’nın soykırım olmadığını söyledi, ki Tadiç Srebrenica’nın soykırım olduğunu kabul etmiş, hatta geçen sene Srebrenica’daki anmaya katılmıştı. Kosova ile ilgili de farklı bir şey söylemiyor: “Kosova Sırbistan’ın kalbidir”.

Fakat, seçimden hemen sonra, AB’nin Sırbistan’da milliyetçi bir iktidardan olası bir rahatsızlığını engellemek için Sırbistan’ın AB’ye entegrasyon sürecinin hız kesmeden devam edeceğini belirtmeyi de unutmadı.

Balkanlar’da, özellikle de eski Yugoslavya’da benzer bir siyasi tarz son yirmi yıldır iktidardan hiç uzak olmadı. Bazı partilerin etiketlerinde “sosyal demokrat” hatta “sosyalist” yazması, milliyetçi hamasî söylevleri esirgemeyen, fakat emperyalizmle işbirliğinden de kaçınmayan bildiğimiz tipik muhafazakâr siyasetten uzak durmalarını sağlamıyor. Balkan ülkelerinin ortak noktası, işsizliğin artık dayanılamayacak derecede yüksek olması, yoksulluğun insanları açlığa mahkum etmesi, rüşvetin ve yolsuzlukların hayatın her alanında kendini göstermesiyle özetlenebilir. Hükümetlerin ise bu toplumsal krizi çözebilecek programları, böyle bir programı düzenleyebilecek yetkinlikte siyasi vizyonları ise bulunmuyor. Tek bir vizyon var: “AB’ye gireceğiz ve her şey hallolacak!”

Bu söylem ise iç politikada eskisi kadar oy getirmiyor. Sırbistan’ın AB’ye entegrasyonunda önemli başarılara imza atmasına neden olmuş Boris Tadiç’in yeniden seçilememesi bu söylemin artık işe yaramadığının kanıtlarından biri. Örneğin, Makedonya’da da uzun yıllar milliyetçiliği dizginlemeye çalışan, en azından siyasi söylemden uzak tutmaya çalışan iktidarlar bu söylemin oy toplamak için yetersiz olduğunun bilincinde. Nitekim, iktidardaki sağcı VMRO (İç Makedonya Devrimci Örgütü) ülkenin iktisadî, toplumsal ve siyasî hiç bir sorununa çözüm üretemezken, başkent Üsküp’ü çirkin heykellerle donatmaktan, millî günlerde abartılı kutlamalar düzenlemekten geri durmuyor ve iktidarını bu şekilde elinde tutuyor. Benzer pratikler Bulgaristan, Romanya ve hatta Balkanlar’ın hemen yanı başındaki Macaristan’da da kendini gösteriyor.

Balkanlar bir istisna değil. Türkiye’de de benzer siyasi bir tarzı çok açık görebiliyoruz. içte hamas söylemler, baskıcı bir rejim, dışta ise sürekli olarak söylemsel bir çatışma. İsrail’e “one minute” dedikten sonra, İsrail’i korumayı amaçlayan füze savunma sisteminin radarını Kürecik’te konuşlandırılması böyle bir siyasi tarzın istisna olmayan ve bizim de bu anlamda yabancısı olmadığımız bir icraatı.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder