(For selected articles translated in English language, click here)


"Yugoslavya yazıları" nedir? Buraya tıklayınız.



25 Aralık 2015 Cuma

Bosna-Hersek’te isyan-I: Dayton’dan kalan siyasi yapı Bosna-Hersek’i taşıyamıyor

(Yazının orijinali 22 Şubat 2014 tarihinde yayınlanmıştır)

Bosna-Hersek’te patlayan isyan dalgası, Yugoslavya’nın dağılmasının ardından yaşanan ekonomik yıkımın ve Dayton’da dayatılan ucube siyasi yapının sonucuydu. Saraybosna’da yaşayan soL Portal yazarı Özgür Dirim Özkan, Bosna-Hersek’te yaşanan isyanın ardındaki ekonomik-siyasi yapıya mercek tutuyor.

28 Haziran 2014 tarihinde Bosnalı Sırp genç Gavrilo Princip’in Avusturya-Macaristan veliahtı Ferdinand’a ve eşine karşı giriştiği suikastın yüzüncü yıldönümü anma etkinlikleri daha şimdiden Bosna’da önemli bir tartışma konusu olmaya başladı. Habsburg Hanedanlığı’na karşı gerçekleştirilen bu suikast, Sırpların gurur kaynağı. Bosnalı Müslümanlar ise bu suikastın gurur verici bir yanını görmüyorlar. Fakat sonuç şu ki, Gavrilo Princip’in silahından çıkan mermiler Birinci Dünya Savaşı’na neden olmuştu. 

Bosna, yirminci yüzyıla kadar farklı din ve mezhep gruplarının bir arada yaşayageldiği bir coğrafya olarak bilinmektedir. Yirminci Yüzyıl’ın başlarında her şey değişmeye başladı.
Bosna’da açıktan açığa Rusya tarafından desteklenen Ortodoks Sırplar yerine müttefikleri Roma ve Osmanlı’nın nüfuza sahip olduğu Müslüman ve Katolik cemaatlerini kayıran Avusturya-Macaristan’ın amacı Slav nüfusunu bölüp, sınırları içinde olası bir Slav birliğine engel olmaktı.  Dinî inançlarından gayrı dil, gelenek  ve görenek farklılıkları bulunmayan Ortodoks Sırplar, Katolik Hırvatlar ve Müslüman Boşnaklar arasındaki husumetin tarihsel kaynağı ise Balkanları istedikleri zaman istedikleri hamleleri yapabilecekleri bir satranç tahtası gibi gören emperyal kuvvetlerin bu bakış açısıydı.

Yugoslavya dağılırken de benzer bir senaryo hayata geçirildi: Sırp milliyetçiliği, gevşek bir konfederatif yapıdaki Yugoslavya’nın kaymağını yiyen Sloven Hırvat milliyetçilerinin Yugoslavya’dan ayrılmaları için sağlam bir bahane olmuştu. Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıkları ivedilikle Batı tarafından onaylandı. Bosna’ya ise seçenek bırakılmamıştı. O ana değin Yugoslavya’nın özeti olarak tanımlanabilecek, çok milletli Bosna-Hersek ya azgın bir Sırp milliyetçiliği ile bir arada yaşama savaşı verecek, ya da bağımsızlığını ilan edecekti. Bağımsızlığın ilanı ertesinde iç savaşa sürüklenen Bosna’da Yirminci Yüzyılın en vahşi savaşlarından biri yaşandı ve tam da taraflar savaştan yılmışken, tam da kimse savaşı daha fazla devam ettirmek istemezken, Batı müdahale etme ihtiyacı hissetti.

ABD’nin Dayton kentinde Kasım 1995 boyunca süren görüşmeler sonucunda dillere destan bir barış anlaşması imzalandı. Savaşa son veren barış, yüzyıllarca bir arada yaşamış üç halkı birbirinden açık bir biçimde ayıran sınırları tanımlayarak, bir anlamda savaşa neden olan etnik nefreti kurumsallaştırmış oluyordu: Bosna, “Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska) ve Bosna-Hersek Federasyonu olmak üzere iki ayrı entiteye bölünüyordu. Bosna-Hersek Federasyonu ise kendi içinde beşi Boşnak, üçü Hırvat, ikisi de karma nüfuslu on ayrı kantona bölünüyordu. Savaşa son veren anlaşma, barışı da Bosna topraklarına gömüyordu.

Öyle bir sistem yaratıldı ki, örneğin ülkede 13 ayrı eğitim bakanı, 13 ayrı içişleri bakanı, 13 ayrı bayındırlık bakanı var ve toplam dört milyon nüfusluk bir ülkeden bahsediyoruz.
Tüm sistemin en tepesinde ise ayrıcalıklı bir kurum var: Yüksek Temsilcilik. Birleşmiş Milletler tarafından atanan Yüksek Temsilci, adeta bir sömürge valisi gibi Bosna’da sınırsız bir yetkiye sahip. Öyle ki, cumhurbaşkanını bile değiştirebilir.

Dayton’ı takip eden ilk on yıl, başta Yüksek Temsilci olmak üzere Batılı diplomatlar durumdan gayet memnundu. Dayton Anlaşması’yla birlikte ortaya konulan, Yüksek Temsilci gözetimindeki sistem Bosna’da sivil toplumun gelişmesini hedefliyordu. Bu sayede “sivil toplum” olan Bosna’da etnik nefret ve düşmanlıklar da sona erecek, ülke Avrupa’ya da entegre olunca her şey güllük gülistanlık olacaktı. Hatta Bosna bu anlamda örnek bir ülke olacaktı.

STÖ’lere oluk oluk para akıyor “multikültürel” etkinlikler başarıyla gerçekleştiriliyordu. Fakat gerçeklerin diplomatların yazdığı raporlarla örtüşmediği Bosna’da sokağa çıktığınızda belli oluyordu. Geçen seneler içinde ülkedeki etnik sınırların daha da netleştiği ortaya çıktı. Yaratılan sistem bu durumu yapısallaştırmıştı. Dört milyonluk ülkede iki entite, on kantondan oluşan sistem, sadece maliyetli olmakla kalmıyor, Bosna içinde ciddi bir siyasî ve toplumsal bölünmüşlüğe de yol açıyordu.

Dahası, bölünmüş bu yapı sadece AB ve ABD ve kısmen de Rusya’nın değil, Bosna’da yaşayan grupların Bosna sınırı dışındaki hamilerinin de müdahalesine açıktı: Hırvatistan Bosnalı Hırvatlar nezdinde, Sırbistan da Bosnalı Sırplar nezdinde Bosna’nın iç işlerine sık sık müdahale edebiliyorlar. Dayton Barışı’nın bir sonucu olarak siyasî sınırların etnik kimlik renkleriyle şekillendirildiği Bosna’da, siyasî aktörler de elbette ki milliyetçiler. Hırvatistan’da bulamayacağınız kadar ustaşayı, Sırbistan’da bulamayacağınız kadar çentiği Bosna’da bulabilirisiniz.

Bu sistem içinde Boşnakların hamiliğine ise Türkiye soyundu. Bosna ve Türkiye arasındaki tarihî ve kültürel bağlar iki ülkedeki sağcı, muhafazakar politikacılar tarafından yıllardır sömürülüyor.
Ülke içeriden ve dışarıdan çekiştirilirken iktisadî sorunların batağında boğulan Bosna halkı ise ciddi bir varoluş mücadelesi veriyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder