(For selected articles translated in English language, click here)


"Yugoslavya yazıları" nedir? Buraya tıklayınız.



24 Aralık 2015 Perşembe

KIRMIZI SANDALYELER...

(Yazının orijinali 14 Nisan 2012 tarihinde yayınlanmıştır)


Doğal afetlerde ya da daha da trajik olanı, savaşlarda, katliamlarda ölen insanların sayısı istatistiklerde yer aldığı zaman çok da göze batmaz.

İstatistiklerin en büyük faydası, rakamları karşılaştırarak bazı pozitif verilere ulaşabilmemizin, en azından toplumsal olgu ve olaylar hakkında niceliksel çözümlemeler yapabilmemizin kolay oluşudur. Örneğin, bir sene içinde Türkiye’de iş kazalarından ölen insanların sayısının “terör” olaylarında ölen insanların sayısından daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Ya da soba zehirlenmesinden ölen insan sayısının “tinerci” cinayetlerinde ölen insan sayısından daha fazla olduğunu da gösterebilirz.

İstatistik verileri syaesinde hangi savaşın daha kanlı olduğunu da bu karşılaştırmalarla gösterebiliyoruz. 50 milyona yakın insanın can verdiği İkinci Dünya Savaşı’nı en kanlı savaş olarak ilan edebiliyoruz.

“50 milyon” rakamını ifade etmek çok zor değil. Rakam olarak tahayyül etmek de çok zor değil. Fakat, şöyle  bir düşünelim: İspanya, Arjantin ya da Polonya nüfuslarının (ki üçünün nüfusları da 40 milyon civarındadır) tamamen öldüğünü düşünün! Madrid’e gidiyorsunuz, her yer ölü, Barcelona öyle, Buenos Aires öyle, Varşova öyle...

50 milyon rakamının yanında, 6 Nisan 1992’de başlayan ve 1425 süren Saraybosna kuşatmasında ölen 11.541 kişinin hükmü ne ki?

Geçen hafta, kuşatmanın 20. yıldönümünde Saraybosna’da “Kırmızı Hat” ismi verilen bir etkinlik düzenlendi. Kentin merkezindeki Mareşal Tito Caddesi’nde sıralanan 11.541 sandalyeyle kuşatma sırasında öldürülmüş olan Saraybosnalılar anıldı. 50 milyonun yanında hükmü olmayan 11.541 rakamı ete kemiğe değilse bile insana ait, yaşama ait olan bir nesnede cisimleşince anlamı daha da büyüyor. Bir cadde dolusu boş sandalye ölümün soğukluğunu insanın iliklerine kadar hissettiriyor.

Savaşın barbarlığına karşı yaşama dair değerlerini, insan olmaya dair değerlerini koruyarak mücadele eden Saraybosnalılar, mermilerin yanı sıra, açlıkla, susuzlukla, soğukla mücadele eden  Saraybosnalılar birbirlerini çiğneyerek değil, birbirleriyle acıyı ve hüznü, ekmeği ve suyu paylaşarak bu savaştan zaferle çıkabilmişlerdi.

Saraybosnalılar, “Kırmızı Hat” etkinliğinde savaşta kaybettiklerini aynı mağrurlukla andılar. “Hesabını soracağız!”, “intikam istiyoruz” çığlıklarına paye vermeyen Saraybosnalılar savaşta kaybettikleri yakınlarını, komşularını, anne babalarını, çocuklarını sessizce andılar. Sessizce, başları önde, usul usul döktükleri gözyaşlarını gizleyerek...

Tam da savaşta hayatlarını kaybetmiş çocuklar için dikilmiş olan anıtın orada yaklaşık 1600 tane de küçük kırmızı sandalye vardı. Savaşta hayatını kaybetmiş 1600 çocuk anısına... Sandalyelere meraklı bakışlar atan çocukların yaşıtlarını simgeleyen 1600 sandalye... O sandalyelerin temsil ettiği çocuklar yataklarında mışıl mışıl uyurken evlerine isabet eden bir bombayla ya da arka bahçede oynarken bir keskin nişancının mermisiyle öldürüldüler. Hep çocuk olarak kaldılar. Afacanlıklarıyla, haylazlıklarıyla, güzel gülümsemeleriyle, yeni çıkan dişlerinin inci pırıltısıyla çocuk olarak kaldılar. Anne ve babalarının, kardeşlerinin, dedelerinin, ninelerinin kalplerine saplı bir hançer olarak kaldılar.

Diğer sandalyelerden daha küçük olan bu minik kırmızı sandalyeler, “kırmızı hat”ın en ağır sandalyeleriydi. Ölen çocuklar, savaşın en ağır cesetleriydi.

Eski Yugoslavya’daki güncel ve tarihsel siyasî dinamikleri SoL okurlarına mümkün mertebe taşımaya çalışan bu köşede, belki bu hafta siyaset yer almadı. Balkanlar’daki işbirlikçi hükümetler, emperyalizmin yeni sömürgeciliği, halkları milliyetçi hamasî politikalarla oyalayan, sömüren siyasetçilerle ilgili ifadeler yer almadı. Okurlardan özür diliyoruz.

Bu hafta, 15 aylık bir evladı olan ve Saraybosna’da yaşayan bu satırlarının yazarının duygularını paylaşmak istedik. Bu baba, her baba gibi, her anne baba gibi oğlu için güzel bir gelecek istiyor. Çocukların ölmediği ve öldürülmediği yeni bir dünyada yaşamayı istiyor. Bu baba Saraybosna’daki 1600 sandalyeye buğulu gözlerle bakarken, aynı saatlerde sırf birilerinin kasası dolsun diye Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da çocuklar öldürülmeye devam ediyor, Somali’de çocuklar açlığa terk ediliyor. Sırf birilerinin sömürü çarkına su taşımak için Suriye’ye mudahale gündeme getiriliyor. Bu baba gibi binlerce baba, binlerce anne, binlerce evlat bu yazının yayınlandığı saatlerde sınıra koşuyor. Daha fazla çocuk öldürülmesin diye...

En nihayetinde, verdiğimiz mücadele de çocukların yaşaması, şeker yiyebilmesi, gülebilmesi için değil mi?




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder