(For selected articles translated in English language, click here)


"Yugoslavya yazıları" nedir? Buraya tıklayınız.



25 Aralık 2015 Cuma

Bosna-Hersek'te isyan-V: Bosna'yı Bekleyen Gelecek


(Yazının orijinali 25 Şubat 2014'te yayınlanmıştır)

Eylemlerin çıkışından bugün vardığı noktaya kadar Bosna İsyanı’nın sınıfsal bir kimliğe sahip olduğu aşikâr. Fakat asıl önemli mesele, sürecin bundan sonraki kısmında emekçilerin ne derece etkin rol oynayabileceği.

SINIF VAR, SENDİKASI YOK
Bu bağlamda en büyük sıkıntılardan biri de, işçilerin örgütlenmeyle ilgili olarak ciddi bir sorunla karşı karşıya olmaları. Birçok emekçi Yugoslavya döneminden miras kalan sendikal yapının işçilerin haklarını savunmaktan oldukça uzak olduğunu dile getiriyor. Bosna’daki sendikaların “sarı sendika” olduğu ve sendika liderlerinin ya kendi ceplerini, ya da siyasî kariyerlerini düşündükleri belirtiliyor.
Sendikaların bu durumunun yanı sıra, Bosna’da etkin bir emekçi partinin olmaması da önemli bir sıkıntı. Emekçilerin başlattığı, sınıf karakterli bir süreçte emekçilerin taleplerini iktidara taşımaya muktedir bir sol örgütlenmeden bahsetmemiz mümkün değil. Bosna’nın içinde yaşadığı siyasî durum ve sürekli beslenen şovenizm, etnik kimlikleri aşan bir sınıfsal yapının oluşmasını oldukça zorlaştırıyor.

KOMÜNİST VAR, PARTİSİ YOK
Sol siyaset bu durumu sağlam bir ideolojik duruşla aşabilir. Fakat bu konuda da sıkıntılar var. Tito’nun ölümünden 34 yıl, Yugoslavya’nın dağılmasından bu yana 23 yıl geçmiş olmasına karşın ülkedeki sol/komünist/Marksist öğeler Tito dönemini, Titoizm’i masaya yatırabilmiş, bir eleştiri/özeleştiri sürecinden geçebilmiş değiller. Böyle bir sürecin eksikliği ise Bosna Solu’nun hareket alanının “Yugonostalji” ile sınırlı olmasını, güncel siyasette etki yaratabilecek refleksleri geliştirememesine neden oluyor. Dahası, özellikle “özyönetim”, “bağlantısızlar hareketi” gibi 1970’lerde “Avrupa Yeni Solu”nun çok sevimli bulduğu kavramların, işçi sınıfına ve uluslar arası sosyalist harekete verdiği zarar bu bağlamda tartışılabilmiş değil. Var olan örgütlenmelerin ise bir kısmı kişisel mücadelelerin ön planda olduğu bölünmüşlüklerle uğraşan ya da daha çok Avrupa Solu etkisinde sınıf perspektifinden uzak olan yapılardan oluşuyor.

Bu bağlamda, sınıf temelli bir hareket olarak başlayan Bosna İsyanı’nın emekçiler açısından önemli kazanımlar doğurmayacağı çok açık. Oysa Bosna gibi oldukça zayıf bir devlet otoritesinin olduğu bir coğrafyada, iktidar perspektifi olan, iktidar iddiası olan bir sınıf hareketinin varlığı Balkanlar’ın kalbindeki bu küçük ülkede çok şeyi değiştirebilirdi. Eylemlerden sonra toplanan “plenum” adı verilen forumlar ise sol örgütlerinin boş bıraktığı alanı doldurma amacını güdüyor. Ülkenin farklı yerlerinde bir araya gelen işçilerin, işsizlerin, emeklilerin, aydınların ve öğrencilerin oluşturduğu plenumlarda iki dakikalık süre için söz alan katılımcılar sorunlarını dile getiriyorlar, önerilerini tartışmaya açıyorlar. Plenumlara katılım tahmin edilenden daha fazla.

SARAYBOSNA PLENUMU
Burada plenumların işleyişine dair katılımcı olarak gözlemlediğimiz Saraybosna Plenumu’ndan örnekler vererek SoL okuyucularına sunuyoruz, fakat diğer kentlerdeki plenumların da benzer yapıda olduğunu, benzer dinamiklerle hareket ettiklerini belirtebiliriz.

Saraybosna’da ilk gün üniversite kampusunda toplanan plenum yer yetersizliğinden dolayı ikinci gün Saraybosna’nın meşhur konser, kültürel etkinlik salonu Dom Mladih’te (Gençlik Evi) toplandı. Yaklaşık 500 kişinin katıldığı plenumların oldukça iyi organize edilmiş olması bu organizasyonu kimin yaptığına ilişkin bir soruyu da beraberinde getiriyor.

Organizasyon komitesini oluşturan kişilerin önemli bir kesimi akademisyen veya “sivil toplum sektörü” çalışanı. İki gün önceki yazımızda STÖ sektörünün Bosna’daki ağırlığından bahsetmiştik.  Kesinlikle şunu ifade edebiliriz ki, “STÖ sektörü” çalışanlarının görev aldıkları STÖ’leri temsil etmediklerini, dahası böylesi bir kaygıyı taşımadıklarını, hatta birçoğunun bu STÖ’lerin ideolojik/politik bağlamıyla çelişen bir duruşa sahip olduklarını söylememiz mümkün.
Öte yandan, plenumların siyasi bir tutarlılığa sahip oldukları da muamma.

Plenumların ilk haftası sonunda bir deklarasyon yayınlandı ve temel olarak şu talepler hükümete iletildi:

1)      Uzmanlardan oluşan yeni bir hükümetin kurulması,
2)      Bürokratların maaşlarının ve haklarının ülkenin iktisadî durumu gözetilerek güncellenmesi,
3)      Özelleştirmelerin gözden geçirilmesi,
4)      7 Şubat olaylarının incelenmesi için bağımsız bir uzman araştırma ekibinin görevlendirilmesi.

Bu taleplerin eylemlerin çıkış noktasında işçilerin dile getirdiği ifadelerden farklı olduğu gözden kaçmayacaktır. Örneğin, işçiler özelleştirmelerin tamamıyla iptal edilmesini istiyorlardı. Plenumdan çıkan talep ise “gözden geçirilmesi” yönünde. Öte yandan “uzmanlardan oluşan” bir teknokratlar hükümetinin neler getireceği ise Kemal Derviş gibi Dünya Bankası/IMF ekolüne mensup teknokratlardan çok çekmiş bizim gibi ülkelerin vatandaşları için malum.

Şu aşamada Tuzla ve Saraybosna kanton meclislerinin plenumdan gelen “uzmanlardan oluşan bir hükümet kurulması” talebini onayladığını da eklememiz gerekiyor

Sendikaların ve sol parti ve örgütlerin içinde bulunduğu durum başka bir alternatifi mümkün kılmıyor. Plenumlara öncülük eden aydınlar da bunun farkında ve Bosna gibi güçlü bir devlet yapısının bulunmadığı bir ülkede “uzmanlar”ın daha kolay kontrol edilebileceğini, bu sürecin bir geçiş süreci olacağı, zaman içinde emekçilerin kendi örgütlenmelerini gerçekleştirip iktidara aday olmaları gerektiğini belirtiyor.

Bosna’nın düzlüğe çıkması da ancak bu şekilde mümkün görünüyor.
.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder