(For selected articles translated in English language, click here)


"Yugoslavya yazıları" nedir? Buraya tıklayınız.



16 Aralık 2015 Çarşamba

BALKANLAR’DA TARİH VE MUHAFAZAKÂR PRAGMATİZM

(Yazının orijinali 31 Aralık 2011 tarihinde yayınlanmıştır)

Aslında sadece tarih konusunda değil, hemen hemen hayata dair, bilime dair her şeyde Muhafazakârlığın sığ pragmatizmi en bayağı şekliyle gözümüze çarpar. Türkiye’de “Batı’nın ahlâkını değil, ilimini alalım” sloganında özetlenen bu pragmatizm “tarih” alanında çok daha çarpık üstelik çok daha aptalca biçimlerle karşımıza çıkar.

Seneler önce, lise öğrencisiyken Ankara Kalesi duvarlarına sprey boyayla çizilmiş “üç hilal”lerin altında kargacık burgacık harflerle “MHP” yazıldığını gördüğümden beri milliyetçilik ve tarih arasındaki gönül ilişkisi üzerine düşünürüm. Her ne kadar ilk olarak Roma Dönemi’nde yapılmış olsa da, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki onarım ve eklemelerden sonra “küffar”dan daha çok ecdadımızın tarihinin bir parçası olarak sayabileceğimiz bu tarihi esere saygıda nasıl kusur edilmişti? Üstelik ecdadımıza, tarihimize bu kadar sahip çıkan bir siyasî hareketin militanları tarafından.

Dogmatik doğası gereği ister liberal cilasıyla olsun, ister faşizan militanlığıyla olsun, bilimsel düşüncenin ön koşulu olan “sorgulayıcılık”tan yoksun olan muhafazakârlık, söz konusu “tarih” olduğunda vahim derecede pragmatik olabiliyor.

Öncelikle, medeniyet tarihindeki her şey tarihimiz olarak kabul edilmiyor. İnsanlık tarihine dair veriler ise “töremize”, “ülkümüze” uygun olduğu ölçüde kabul ediliyor. Tarih konusundaki bu seçicilik, bir noktadan sonra “kendi” tarihimize ait kalıntıların da değersizleşmesini beraberinde getiriyor. Muhafazakârların hâkim olduğu belediye yönetimlerinin tahrip ettikleri tarihî doku yerine diktikleri çirkin ve anlamsız “tarihî” anıtlar gözlerinizden kaçmamıştır.

Muhafazakârlığın pragmatik tarih anlayışının yarattığı tahribat sadece Türkiye’yle sınırlı değil. Fakat, muhafazakâr pragmatizmin Türkiye’deki uygulamaları, aslında kötü bir karikatür. Örneğin Fransız, Alman ya da İngiliz muhafazakârlığının, en azından yeni bir estetik anlayışla gerçekleştirdiği tahribat başarılı bir şekilde kitlelere yutturulabiliyor.

Balkanlar da son yirmi yılda dikilen estetik değerlerden yoksun, ihtişamlı olması düşünülülerek yapılan ama kör parmağım gözüne boyutuyla çirkinlik abidesi olartak karşımıza çıkan örneklerle dolu. Makedonya’nın başketi Üsküp’teki Büyük İskender heykeli son örneklerden. Dahası “etnik temizlik” tarihî-mimarî temizliği de beraberinde getirmiş. Bosna’da tahrip edilen veya yok edilen binlerce eser buna örnek. Hırvat topçu ateşiyle yerle bir edilen Mostar Köprüsü bunların arasında en acıklı hikayeye sahip olanı. Farklı kültürleri ve halkların birliğini simgeleyen köprünün yıkımı başka simgesel anlamlara sahip. Birinci Dünya Savaşı’nın kıvılcımını çakan, işgalci Avusturya İmparatorluğu’nun veliahtı Ferdinand’ı Saraybosna’da Latin Köprüsü üzerinde vuran Gavrilo Princip’e dair her şey Bosna tarihinden bir şekilde çıkarılmaya çalışılıyor.

Dramatik bir biçimde, Balkan ülkelerinin önemli bir ortak noktası, hiç birinin kendisini Balkanlar’la özdeşleştirmek istememesi. Bilâkis, diğer Balkan ülkelerinden ayrı bir konumda olduğunu vurgulaması. Romenler öteden beri kendilerini “Balkanlı” saymazlar. Zaten dilleri de “Latin” kökenlidir. Yunanlılar zaten Modern Dünya’yı kuran felsefenin öncüsü olmuşlardır ve “barbar” Balkanlar’la aynı kadere ve tarihe sahip olmamışlardır. Hırvatlar aslen İlir kökenlidir ve Balkanlarla ilgileri yoktur. Arnavutlar da, ki kendilerini Balkanlar’a gelen ilk medeni ulus olarak görürler, aslen İlir kökenlidirler. Kulağa komik geliyor ama ciddi ciddi Boşnakların Got kökenli olduğunu savunanlar da vardır.

Dahası, Balkanlı milliyetçi kurgular kendi ulusal kimliklerinin “Batı Medeniyeti”nin koruyucusu sıfatında olduğunu da sürekli vurgular. Hırvatlar senelerce Osmanlı’ya karşı direnmiştir, Sırplar Osmanlı’ya karşı ilk ayaklanmayı gerçekleştiren ulustur, Karadağ hiç bir zaman Osmanlı hakimiyetine girmemiştir.

Muhafazakâr pragmatizmin tarihle ilgili bu söylemi, bu çerçeve dışındaki tarihin tamamıyla inkârı ya da daha yumuşak biçimde “reddidir”. Özel olarak tarih, genel olarak bilime yönelik bu tarz bir bakış açısı; yani “bize yararlı olan kısmını alalım” mantığı öyle bir noktaya gelir ki, kendi tarihi ve kültürel mirasınızı da yok etmeye başlarsınız. Örneğin, bu tarz bir pragmatizm son olarak Saraybosna Ulusal Müzesi (Zemaljski Muzej) tartışmalarında yeniden hortladı.

Özelleştirmeler sonucunda bir çok üretim tesisinin kapandığı, işsizliğin %40 düzeyinde olduğu, yolsuzluk bataklığına gömülmüş Bosna-Hersek’te getirdiği ekonomik yük nedeniyle Ulusal Müze’nin kapanması gündeme getiriliyor. Arkeoloji, doğa tarihi ve etnoloji alanında çok önemli bölümlere sahip olan müzenin kapanması sadece Bosna tarihi için değil, Balkanlar tarihi için de çok önemli verileri gün ışığına çıkartıyor. Fakat, gelin görün ki müze zarar ediyormuş. Muhafazakâr pragmatizm sadece köprü bombalarken, cami yakarken değil, insanlık tarihine ait değerleri “paraya endeksleyerek” de karşımıza çıkıyor. Saraybosna Ulusal Müzesi’nin 500 metre çeperindeki alanda son iki senede iki önemli alışveriş merkezinin inşa edildiği, Saraybosna’nın en büyük alışveriş merkezinin yakın zamanda açılacağı, üstelik bu AVM’lerin islami kredi desteğiyle inşa edildiği bilgileri de fotoğrafı tamamlayan bilgiler olarak not edilebilir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder