(For selected articles translated in English language, click here)


"Yugoslavya yazıları" nedir? Buraya tıklayınız.



24 Aralık 2015 Perşembe

BALKANLARI ANLAMAK 1: BALKANLARI NEDEN ANLAMALI?

(Yazının orijinali 11 Şubat 2012 tarihinde yayınlanmıştır)

SoL Portal’da “Yugoslavya Yazıları”nı yayınlanmaya başlayalı tam bir sene oldu. 12 Şubat 2010 tarihînde “Neden Yugoslavya Yazıları” başlıklı yazıyla başlayan süreçte on sekiz Yugoslavya yazısı SoL okurlarıyla buluştu. İki haftada bir Cumartesi günleri bu köşede yer alan Yugoslavya Yazıları kimi zaman aksamalara uğradıysa da, bir şekilde bir senedir SoL okuyucularına eski Yugoslavya’ya farklı bir bakış açısıyla bakmalarını sağlayacak bir kaynak oluşturmaya çalıştı. Dahası, ulusal ya da uluslararası haber ajanslarının sayfalarına “düşmeyen”, dolaysız olarak Balkan kaynaklarından elde edilen haberlerle SoL okuyucularını buluşturma uğraşımız da sanırım farkedilmiştir.

Bu uğraşı devam edecek. En büyük sıkıntımız okurlardan geri dönüşün olmaması. Yazı konularının belirlenmesinde okurların ilgi alanları, merak ettikleri, öğrenmek istedikleri, sordukları sorular önemli bir belirleyicidir. “Yugoslavya Yazıları” için okurdan gelen geri dönüşlerin yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. Bir şekilde buraya yazılacak konular tamamıyla ya gündem tarafından, ya da yazarın keyfince belirlenmektedir.

Önümüzdeki üç yazıyı “Balkanlar’ı Anlamak”a ayırdık. Dünyanın siyasî ve kültürel olarak eşsiz coğrafyalarından biri olan Balkanlar’ı anlamak, daha doğrusu anlamlandırmak bizim için önemli bir sorun. “Biz” derken üç özneyi kastediyoruz: Genel anlamıyla Marksistleri, daha dar anlamıyla Balkanlı sosyalistleri ve en özel anlamıyla Türkiyeli solcuları. Balkanlar’ı anlamak, kuşkusuz üç ayrı yazıda çözümlenebilecek bir sorun değil. Bu üç yazının “Balkanlar’ı Anlamaya Giriş” olarak düşünülmesi gerekir. Bazı konular hakkında ipuçlarının verildiği üç yazı olarak düşünülmesi gerekir.

Üç yazının birincisinin konusu “Balkanları Neden Anlamalı?”.

Marksistler, uluslararası siyaseti sadece birbirlerinin evlatlarına kirvelik yapan, yeri geldiğinde uluslararası toplantılarda birbirlerine kabadayılık yapan siyasetçilerin ağız dalaşı olarak ya da başka bir halkı daha fazla sömürmenin telaşı olarak algılamazlar. Uluslararası işçi mücadelesinin farklı kültürel coğrafyalarda biçimlenişinin verisi olarak algılarlar. Bu anlamda, Balkanlar sadece sanat ve sporda değil, siyasette de çok özgün oluşumlara sahne olmuş, çok farklı sınıfsal ilişkilere sahne olmuş bir coğrafyadır. Balkanlar’ı anlamak, Enver Hoca’yı, Tito’yu ya da Dimitrov’u anlamanın da yolunu açar. Bu deneyimlerden gerekli derslerin alınmasının da yolunu açar.

Türkiyeli solcular için Balkanlar’ı anlamanın başka gerekçeleri de var. Türkiyeli solcular için Balkanların hem güncel hem de tarihî önemi yadsınamaz. Balkanlar’ın Türkiye modernizminin coğrafî çıkış noktası olması, başlı başına sol açısından önemlidir. Balkanlar, özellikle de Makedonya, Birinci Cumhuriyet’in kurucu sınıfı, kentli askeri burjuvazinin beşiği olmuştur. 1923’te kurulan Cumhuriyet ’in kadrolarının önemli bir kısmının Balkan kökenli olduğu bilinir. Fakat, Osmanlı mirasını silmek isteyen Cumhuriyet’in yeni elitleri bu kökenlerini reddedemeseler de, görmezden gelme yoluna gitmiştir. 1950’li yıllarla başlayan ülke yönetimindeki sınıfsal değişim, yani kentli-askeri burjuvazinin yerini kır kökenli küçük burjuvaziye devretmesi aslen yeni Milenyum’da iyice yerine oturdu. Bu dönemde Balkanlar algısı da değişikliğe uğradı.Sadece Cumhuriyetçi bir imgeye sahip olmaktan öte, Batılı ve hatta “orta sınıf muhalifliği”nin bayraktarlığını yapan özneyi içinden çıkardı. Göçmen kökenli vatandaşlarımızın yaşadığı bölgelerde bu öznenin seçim sandığındaki yansıması görülebilir.

Elbette ki, Balkanlar’ın Cumhuriyet ideolojisinin oluşmasındaki en önemli vektör olduğunu kimse idda edemez. Fakat, çoğunlukla göz ardı edilen bir etken olduğu da bilinir. Bu bağlamda, yeniden ele alınması, dikkate alınması gereklidir. İlginçtir, ülkemizde Balkanlar ve Cumhuriyet arasındaki ilişkiyi inceleyen akademisyenlerin sayısı oldukça azdır. Öte yandan, Cumhuriyet’in tarihî ve ideolojisi ile ilfgili kapsamlı ve önemli çalışmalara imza atmış Feroz Ahmad, Eric Jan Zürcher gibi siyasî tarihçilerin eserlerinde Balkanlar ve Cumhuriyet ideolojisi ilişkisi daha çok yer alır.

Balkanlar sadece Cumhuriyet’in ilk kadrolarını değil, ilk muhalif öznelerin de yetiştiği önemli bir coğrafyadır. Dr. Şefik Hüsnü, Nazım Hikmet, Sabiha Sertel, Hasan Ali, Şevket Süreyya, Kerim Sadi Dr. Hikmet Kıvılcımlı aklımıza ilk gelen Balkan kökenli solculardan. Balkanlar’daki yeni düşünceler sadece cumhuriyet düşüncesiyle sınırlı değildir. Genelde Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan akımların hepsi Balkanlar’daki entelektüel ortamda yansımasını buluyordu. Kuşkusuz, Marksizm de sadece entelektüel bir etkinlik olarak değil, Balkanlar’daki sinaî gelişim sonucunda olgunlaşan sınıf ilişkileri içinde de yansımasını buluyordu. Balkanlar’ın Türkiye’den kopması, daha doğrusu, Türkiye’nin sadece coğrafî olarak değil, ideolojik ve daha da önemlisi iktisadî olarak kendini Balkanlar’dan koparması Türkiye Solu içinde de yansımasını buluyordu. Sınıf hareketini “bölgecilik”ten muaf tutan Türkiye Sol hareketi bu anlamda geçen süre içerisinde Balkanlar’dan iyiden iyiye kopmuştu.

Devrimci Demokrasi ve sonrasında filizlenen Kürt ulusal hareketi, Türkiye Solu’nun “bölge” ilgisini uzun süre Orta Doğu’ya odaklamasına neden olmuştur. Günümzüde de kısmen durum böyledir. Sınıf hareketinin, ulusal hareketlerin gölgesinde ivme kazandığı 1970’li yıllardan bu yana Türkiye Solu önemli oranda Orta Doğu bazlı bir siyasetin etkisi altında kalmıştır. Bu dinamik, sadece Balkanlar’ın değil Kafkas ve Orta Asya coğrafyasının da Türkçü ve İslamcı siyasî odaklar tarafından sömürülmesinin daha da kolay olmasına neden olmuştur. 1990’ların güncel siyasî koşulları da bu duruma zemin oluşturmuştur.

Dahası, zulümden, kıyımdan hatta soykırımdan kaçarak “anayurt”a sığınmış Türk (ya da Müslüman) göçmenlerin kendilerini kabul eden, kucak açan devletle sıkıntılarının olması pek de düşünülemezdi. Balkan göçmenleri devlete olan bağlılıklarını “kültürel” ve siyasal” şükran duygularıyla değil, edindikleri sınıfsal yer ile pekiştirdiler. Kalifiye, okur-yazar ve de en önemlisi “feodal” örüntülerden uzak Balkan göçmenleri Cumhuriyetin yaratmak istediği orta ve üst-orta sınıf için biçilmiş kaftandı. Balkan göçmenlerinin yeni, farklı kimliklere ihtiyacı yoktu. Cumhuriyetin önlerine sürdüğü “Türk vatandaşı” kimliği üzerine oturduğu sınıfsal temeliyle fazlasıyla tatmin edici bir kimlikti. Bu bağlamda “muhacir” olmak unutulan, hatta uzak durulan bir kimlikti.

Fakat, gün oldu devran döndü ve eskiden “küfür” olarak algılanan “muhacir” nitelemesi, şimdilerde üstüne basa basa haykırılan bir kimliğe dönüşmeye başladı. Bosnalı, Kosovalı, Makedonyalı, Deliormanlı, Dobrucalı göçmenler Batı illerimizde senelerdir “tabela derneği” olmaktan öteye gidemeyen “Göçmen Dernekleri”ni işlevselleştirmeye başlıyor. İktidar elitindeki değişiklikten dolayı “hükümet”le aralarına soğukluk giren Balkan kökenliler ya daha çok muhafazakarlaşmak, ya da daha çok milliyetçi olmak ikilemindeler. Halbuki, feodal örüntüleri içinde barındırmayan göçmen kültürü muhafazakarlaşma hamurunun mayasına hiç uygun değil. Bu mayayla pişen önemli bir kitleyi görmezden gelemiyoruz, ama Balkan suyunun bu ekmeği pişirecek hamura uygun olmadığını da biliyoruz.

“Suyun öte yanından” gelmiş olmaları da milliyetçiliği ancak “şeklen” benimseyebilmelerini doğuruyor. Irkçı-kafatasçı bir boyut mümkün değil. Artan muhafazakarlığa ve gericiliğe karşı tepkilerini ise “diaspora” idealine sımsıkı bağlanarak gerçekleştirebiliyorlar. Anavatanlarını yeniden keşfederek, kendi kültürlerini yeniden keşfederek, daha fazla Boşnaklaşarak, Arnavutlaşarak, Üsküplüleşerek bu kuşatmada sağ kalmayı başarmayı umuyorlar.

Türkiye Solu için Balkanları anlamak bu noktada önemli bir görev haline dönüşüyor. Hükümetle, muhafazakarlıkla derdi olanların kendilerini mikro kimliklere hapsetmelerine göz yumamayız. Birinci Cumhuriyet’in kapılarını açtığı bu orta-sınıf giderek proleterleşirken, lümpen öznelerin kucağına düşme tehlikesindeler. Bu dinamiğin önünü kesmek sol bir siyasetle, bu özneleri anlayabilen, anlamaya çalışan sol bir siyasetle mümkün. Balkanları anlamak bu bağlamda Türkiyeli solcular için önem kazanıyor.

Bu noktada bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz: Balkanları anlamaya çalışırken, hangi kaynakları kullanabilirz? İki hafta sonra da bu sorunun yanıtını bulabilmeye çalışacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder