(For selected articles translated in English language, click here)


"Yugoslavya yazıları" nedir? Buraya tıklayınız.



26 Temmuz 2014 Cumartesi

BAŞLARKEN: NEDEN YUGOSLAVYA YAZILARI?

“Ülkemiz dünya devrim süreci açısından kritik bölgelerden birinde yer almaktadır. Bu bölge kapitalist restorasyonu emperyalizm tarafından yağmalanma ve daha derinlemesine bir bağımlılık biçiminde yaşayan Doğu Avrupa ve Rusya’yı Avrupa kapitalizminin kenarında eşitsizlik yoğunlaşmalarını en çarpıcı biçimde hisseden Balkanlar’ı ve Türkiye’yi kapsamaktadır.” (1)
Bu cümleler TKP’nin “2002 Yılında Dünya ve Türkiye” broşüründen. O tarihten bu yana TKP usul usul uluslararası ilişkilerini geliştirmek için gayret sarfediyor. Bir yandan uzak coğrafyalardaki devrimci gelişmeleri yakından takip ederken, öte yandan da yakın coğrafyamızdaki gelişmeleri sadece takip etmekle kalmayıp, bu gelişmelerin içinde bir aktör olarak yer almak için çabalıyor. Bu çabalar hayatın da bir dayatması. Küreselleşme döneminde enternasyonal dayanışma her zamankinden daha yaşamsal olmaya başladı ve komünistler de bunun oldukça bilincinde. Yakın coğrafyamızda gelişen olaylara ise olabildiği kadar hızlı bir biçimde tepki verilmesi gerekiyor. Kuzey Afrika’daki son gelişmeler uluslararası devrimci hareketin göründüğünden daha yoğun bir biçimde birbirine bağlı olduğunu ve bu bağların da olduğundan daha sıkı olması gerektiğini bizlere bir kere daha gösterdi.
Mayıs 2003’te Gelenek’te “Devrimin ve Devrimcilerin Coğrafyası”nın olup olmayacağını tartışmıştık. (2) Bu tartışma içerisinde Türkiye’nin yakın coğrafyasının Türkiye devrimci hareketi için önemine de değinmiş, “Balkanlar’da Devrimci Olma(k)”nın anlamını irdelemiştik. Yeni Osmanlıcılık’ın hortladığı günümüzde, yakın coğrafyamızdaki siyasî dinamiklerle ilgilenmek, siyasî gelişmeleri takip etmek her zamankinden daha elzem bir hale gelmektedir. Yeni Osmanlıcılık’ın bayraktarlığını yapan AKP hükümetinin dokuz yıllık iktidar döneminde Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlar’a olan yoğun ilgisi göz ardı edilmemelidir. Elbette ki bu durumda, gericilerin emperyalizmden aldıkları destekle at oynattıkları bu coğrafyada bizim de sözümüz var! Bu açıdan yaklaştığımızda “Yugoslavya Yazıları” anlam kazanıyor.
Yugoslavya bir simge olarak Balkanlar ve Doğu Avrupa coğrafyasında devrimciler için ön plana çıkan bir özne. Sovyetler Birliği ile aralarındaki sorunlardan dolayı senelerce ideolojik alanda Batı tarafından desteklenmiş, kredilere boğulmuş ve 1990’larla birlikte SSCB’nin çökmesiyle Batı emperyalizminin ihtiyacının kalmadığı bir ülke. Bol keseden verilen kredilerin özyönetim tarafından değerlendirilememesi, bu kredilerin faizleriyle beraber geri ödenmesinin başlaması, ülkedeki işbirlikçi siaysetçilerin etnik tartışmaları alevlendirmesi sonucunda Yugolavya’nın başına gelenler malûmunuz. 22 milyon nüfusuyla Avrupa’nın önemli bir iktisadi, siyasi ve askeri gücü olan bu ülkeden yedi farklı ülke çıktı. Sadece bu mazisiyle bile Yugoslavya tek başına ülkemiz solu için incelenmesi gereken bir tarih laboratuvarıdır.
Öte yandan, Yugoslavya 1990’lardan bu yana Doğu Avrupa’da yaşanan gelişmeleri en trajik simgesel boyutuyla temsil ediyor: Etnik çatışmalar, özelleştirmelerle fakir bırakılan halklar, emperyalizme peşkeş çekilen 45 yıllık reel sosyalizmin mirası… Bu bağlamda Yugoslavya’yı anlamak Doğu Avrupa’yı anlamak için kilit bir öneme sahip.
Bir olguyu, olayı anlayabilmemiz için o olgu hakkında, olay hakkında çözümlemeler yapabilmemiz için ampirik verilere ihtiyaç duyuyoruz. Bugün, Türkiyeli solcuların ciddi anlamda Balkanlar konusunda bilgi eksikliği vardır. Bu eksiklik sadece solculara mahsus değil. Balkan kökenli olan yurttaşlarımızda bile Balkanlar hakkında ciddi bilgi erozyonundan bahsedebiliriz. Balkan kökenli, kendisini coğrafî anlamda Balkanlarla tanımlayan, okur yazar, aydın olarak nitelendirebileceğimiz insanlarımızın dâhi Balkanlar ile ilgili temel bilgilerinin yüzeysel ve yanlışlarla dolu olduğunu görüyoruz. Örneğin, Makedonya’nın başkenti Üsküp’ün Bosna’da, Mostar köprüsünün Saraybosna’da olduğu, hatta Kosova’nın Bosna’yla komşu olduğu, Slovenya’nın Çek Cumhuriyeti’nden ayrılan bir Doğu Avrupa ülkesi olduğu ve benzeri biçimlerde ifade edilen, insanlarımız tarafından satır aralarında ifade edilen bilgi eksikliklerinin yansımalarını sıklıkla görüyoruz. Zaten sorun da bu bilgilerinin daima “satır arasında” ifade edilmesidir.
Balkanlarla ilgili bilgi kaynaklarımız çok sınırlı. En temel başvuru kaynaklarımız Avrupa merkezci bakış açısıyla yazılmış kaynaklar. En iyi ihtimalle objektif bir bakış açısıyla yazılmış akademik nitelikli bu eserler bile Avrupa merkezci, Balkanlar’ı “öteki” olarak tanımlayan bir bakış açısını aşamıyor. Oryantalist gazeteci ve gezginlerin kaleme aldıkları eserler ise ciddi çarpıtmalar, tahrifatlar hatta su katılmamış yalanlar içeriyor. Balkanlarla ilgili diğer kaynağımız ise bu coğrafyayı “arka bahçeleri” olarak gören, tanımlayan muhafazakârlarımız. Balkanlar’ın her metrekaresinde “atalarımızı” görmekten başka bir şeye kafaları çalışmayan bu kesim için Balkanlar Osmanlı’dan kalan mimarî eserlerden ibarettir. Bu coğrafyada Osmanlı’yı olumlu olarak anan az bir kitle onlar için Balkanlar’ın tamamını temsil etmektedir. Buna rağmen, üniversite düzeyinde dâhi örgütlendikleri cemaat okullarıyla bir ağ gibi Balkanlar’ı saran bu kesim Balkanlarla ilgili tek “yerli” kaynağımız gibi görünmektedir. Batı merkezli ve muhafazakâr bakış açısından uzak bir duruşla bölgeye eğilen çalışmalar ise belli bazı yüzeysellikleri aşamıyor. Akademik anlamda çok kaliteli çalışmalar ortaya çıksa da, bu çalışmaların siyasî alandaki yansıması oldukça yetersiz.
Balkanlarla ilgili bilimsel, güncel verileri diri tutabilmemiz için öncelikle “yerli” kaynakları kullanmamız gerekiyor. Osmanlıcı ve Avrupa merkezci bakış açısını bertaraf edebilmemiz için öncelikle bu toprakların kendi kaynaklarından beslenmemiz gerekiyor. TKP bir yandan Balkan komünist partileriyle düzenli olarak bir araya geliyor. (3) Öte yandan da Sol Portal’da geçtiğimiz Güz aylarından itibaren Balkanlar ile iligli olarak daha özgün haberler çıkarmaya önem veriyoruz. Dikkat edilirse Balkanlar’daki son siyasi gelişmeleri bölgedeki kaynaklarımızdan özgün halleriyle SoL Portal okuyucularına iletmeye çalışıyoruz.
“Yugoslavya Yazıları” ile yapmak istediğimiz şey ise bir adım daha öteye gitmek. İki haftada bir Cumartesi günleri, Yugoslavya Yazıları SoL Portal’da yer alacak. Bu yazılarda kimi zaman tarihî tartışmaları yeniden gün yüzüne çıkaracağız: Tito’yu tartışacağız, Çavuşesku’yu tartışacağız, “özyönetim”i tartışacağız. Kimi zaman güncel siyasi tartışmalara yer vereceğiz: Bosnalı Sırplar’ın siyasî taleplerini, Kosova’daki Batı mandasını, Sırbistan’daki işçi sınıfı mücadelesini, Bosna’da yeniden filizlenmeye başlayan sol damarı tartışacağız. Kimi zaman da sosyal-kültürel tartışmalara yer vereceğiz: Kusturica filmlerini ele alacağız, İvo Andriç’in Nobel ödüllü romanı “Drina Köprüsü”nü diğer eserleriyle karşılaştırarak inceleyeceğiz.
SoL Portal’ın interaktif okur-yazar ilişkisi içerisinde, dileğimiz o ki okurlarımız da bizleri yönlendirsin, merak ettiği konuları bize iletsin, biz de sadece kendi uygun gördüğümüz konuları değil, okurlarımızın da meraklarını giderecek konuları bu sayfalara taşıyalım.
1) TKP Konferansı “2002 Yılında Dünya ve Türkiye”, Gelenek 76, Ocak-Şubat 2003, s. 107.
2) Egemen Aslan, “Devrimin Coğrafyası, Devrimcilerin Coğrafyası: Balkanlar’da Devrimci Olmak”, Gelenek 78, Mayıs 2003.
3)21-23 Ocak 2011 tarihlerinde Selanik’te düzenlenen “Balkan Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı”nda TKP’nin sunduğu metnin İngilizcesi için: http://www.tkp.org.tr/ing/contribution-communist-party-turkey-deliberations-balkan-communist-and-workers-parties-meeting-thess , toplantının sonuç bildirgesi için: http://inter.kke.gr/News/news2011/2011-01-22-balkan-joint-statement

"LİBYA'YA DA BİZE YAPTIĞINIZ GİBİ YAPIN"

(Haberin orjinalinin yayınlandığı tarih: 22 Mart 2011)
Batı’yla uyum içinde olan Balkan hükümetlerinin çoğunluğu Libya’ya karşı gerçekleştirilen emperyalist müdahaleye karşı çıkmazken, bazıları kraldan çok kralcı davranarak askeri destek imasında bulunuyor. Bazı liderler, Yugoslavya'nın parçalanması sürecini örnek gösteriyor.
Geçtiğimiz Cumartesi günü Libya’ya karşı gerçekleştirilen haydutça saldırı Balkanlar’daki işbirlikçi hükümetlerden destek görmekte gecikmedi. Arnavutluk ve Kosova hükümetleri gerçekleştirilecek olan bir müdahaleye fiili destek verebileceklerini açıkladı. Son seçimlerdeki usûlsüzlüklerin ayyuka çıktığı ve seçim sonuçlarını tanımayan muhalefetin aylardır gösteriler düzenlediği Arnavutluk’ta sağcı hükümetin bu açıklaması kimseyi şaşırtmadı. Benzer ve bildik bir destek de organ kaçakçılığına bulaştığı iddialarıyla geçtiğimiz aylarda gündemde yer alan Kosova Devlet Başkanı Haşim Taçi’den geldi.
Hayatlarını Yugoslavya’ya karşı yapılan uluslararası müdaheleye borçlu olduklarını belirten Kosovalı milliyetçi liderler, bu anlamda Libya halkına karşı suç işleyen Kaddafi’nin devrilmesinde de uluslararası askeri müdahalenin önemine dikkat çektiler.
Bilindiği gibi, Yugoslavya’ya karşı gerçekleştirilen askeri müdahaleden sonra Belgrad’a ilk yardım götüren ülke Libya olmuştu ve Kosova hâlâ Libya tarafından tanınmış değil. Bu bakımdan Kosovalı milliyetçi liderlerin müdahale yanlısı açıklamaları daha da anlam kazanıyor.
Öte yandan, Yugoslav lider Josip Broz Tito’nun torunu, geçtiğimiz Aralık ayında yeni bir komünist parti kurma çalışmalarına başlamasıyla adını duyuran Joşka Broz liderliğinde toplanan bir grup komünist, Bağlantısızlar Hareketi’nin kurucusu olan Yugoslavya’nın mirasına sahip çıkarak Libya’ya karşı yapılan emperyalist müdahaleyi protesto ettiler. Batı yanlısı yayın organları bu protestoyu 1999’da Yugoslavya’ya karşı yapılan NATO müdahalesine duyulan tepkinin pragmatik bir uzantısı olarak tanımlarken, müdahalenin yoğunlaşmasıyla protestoların daha da kitleselleşeceği düşünülüyor.

TİTO'NUN TORUNU SIRBİSTAN'DA YENİ BİR KOMÜNİST PARTİ KURDU!

Haberin orijinali 7 Aralık 2010 tarihinde yayınlanmıştır.
Yeni bir komünist parti kurmak için topladığı 12 bin imzayı 6 Aralık Pazartesi günü Sırbistan’da yetkili kurumlara teslim eden, Yugoslavya’nın efsane lideri Josip Broz Tito’nun torunu Joşka Broz’un girişimi eski Yugoslav ülkelerinde heyecan yarattı.
Yugoslav lider Josip Broz Tito'nun torunu Joşka Broz, Sırbistan'da yeni bir komünist parti kuruyor. Sırbistan’da 14 farklı sol partinin bulunduğunu ve bu partilerin çeşitli vesilelerle kendisini toplantılara davet etmesiyle yeni ve birleştirici bir komünist parti kurma fikrini geliştirdiğini söyleyen Joşka Broz, iki yıl önce yapılan bir anket çalışmasında Sırbistan’daki gençlerin yüzde 70’inin yurtdışına göç etmek istediğini öğrenmiş ve bu da yeni parti kurmanın gerekliliği konusunda Broz’u ikna etmiş.
Emperyalist iktisadi kuşatma kırılmalı
Yirmi yıldır devam etmekte olan emperyalist kuşatmanın ancak Komünist Parti sayesinde kırılabileceğini açıklayan Broz, emperyalizmin Balkanlar’da sadece farklı etnik grupları birbirine karşı kışkırtmakla kalmayıp iktisadi çöküşe sürüklediğini belirtti. Broz, Balkan ekonomilerini eline geçiren emperyalizmin işleyen bütün fabrikaları kapattığını, eskiden otomobil, uçak, traktör üreten Balkan ülkelerinin şimdi en basit ihtiyaç maddesini bile Batı Avrupa’dan ithal ettiğini, bu koşullarda komünizm idealinin hâlâ geçerli olduğunu sözlerine ekledi.
Joşka Broz temel hedeflerinin ulusun gururunu yeniden inşa etmek, Sırbistan solunu birleştirmek ve geçmişteki değerler sistemini yeniden gündeme taşıyarak, eski Yugoslav ülkelerinin sosyal ve iktisadi ilişkilerini geliştirmek olarak açıkladı. Broz ilk hedeflerinin ise Sırbistan’da yaklaşık yüzde 60’lara varan kararsız oyların en az yüzde 10’unu almak olduğunu vurguladı: “Eğer Sırbistan’daki komünistlerin oylarının tamamını alabilirsek, ki alacağımıza inanıyorum, o zaman önemli bir başarı elde deriz.” Joşka Broz, medyanın “Eski Yugoslavya’yı yeniden kurmayı tasarlıyor musunuz?” sorusunu ise şu şekilde yanıtladı: “Bölgedeki siyasi sınırların değişeceğini zannetmiyorum, fakat elbette ki eski Yugoslav ülkeleri arasında siyasi ve iktisadi ortaklıklar olacaktır.”
Yeni partinin vizyonu
Uzun zamandır siyasi görüşlerden ve felsefi eğilimlerden ziyade imgelerin siyasette ön plana çıktığı Balkanlar’da, dedesinin mirasını vizyonuna yerleştirerek partisini kurduğu ilk günde medyanın ilgisini çeken Joşka Broz, yeni partinin programını şu şekilde özetledi: “Yeni partinin programı komünist partinin [Yugoslavya Komünistler Birliği] tecrübelerinden faydalanacaktır. Fakat yeni koşullar da göz önüne alınarak özelleştirmeler ve AB’ye entegrasyon konusu da partimizin programında yer alacaktır.” Yakın zamanda dağılacağını öngördükleri AB’ye üye olmaktansa AB ile işbirliğini hedefleyen Broz, AB üyeliği masalının peşinde koşmayacaklarını da ekledi.
Parti üyeliğinin de eskisi gibi sıkı olmayacağını vurgulayan Broz, herkesin partiye üye olabileceğini, ateist olmanın ön koşul olmadığını söyledi.

BOSNA SOLU KUSTURİCA'YA NASIL BAKIYOR?

Haberin orijinali 7 Aralık 2010 tarihinde yayınlanmıştır.

Bosna Solu: “Marksistlerin Kusturica hakkında yapacakları en iyi şey, Kusturica hakkında sessiz kalmaktır. Söyleyeceğimiz bir şey olmadığından değil, konuşmaya değmediğinden.”



Geçtiğimiz Ekim ayında Kusturica’nın Antalya’da düzenlenen Altın Portakal Film Festivali’ne jüri üyesi olarak seçilmesi ve bunu takip eden tepkilerin sonucunda ünlü yönetmenin jüriden çekilmesi ve Türkiye’yi terk etmesi ülkemiz solunda önemli tartışmalara yol açmıştı. Solda bazı kesimler Kusturica’ya gösterilen milliyetçi tepkiyi referans noktası göstererek yönetmeni sahiplenmişti; bazı kesimler de Kusturica’nın Yugoslavya’daki iç savaşlarda sergilediği siyasi duruşu baz alarak yönetmenin savunulacak bir yanının bulunmadığına değinmişti.
Peki, ülkemizde o günlerde gündemi bu denli meşgul eden Kusturica’ya kendi ülkesindeki solcular nasıl bakıyor? soL portal olarak Bosna-Hersek’te yaklaşık 6 ay önce faaliyete geçmiş olan, Bosnalı solcuların çatı örgütü olan JOSD’la (Jedinstveno Organizacje Socializam i Demokratiju – Sosyalizm ve Demokrasi için Birlik Örgütü) görüştük.
JOSD üyeleri çoğulcu bir örgütlenme olduklarından, Kusturica hakkında görüşlerin de farklılıklar gösterebileceğini şerhini koyduktan sonra, Kusturica’nın genelde eski Yugoslavya’daki solcular tarafından pek de sevilmediğinin altını çiziyorlar.
JOSD liderlerinden, aynı zamanda Saraybosna Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim görevlisi olan Salmedin Mesihoviç, Kusturica’nın dışarıda bilindiğinin aksine sol ve solcu düşmanı bir karaktere sahip olduğunu belirtiyor. Yugoslavya çözülmeden önce bile anti-komünist, anti-Titocu karakterini gizlemeyen Kusturica, daha Bosna-Hersek’te yaşadığı yıllarda sosyalist sistem aleyhine verdiği demeçlerle biliniyor.
Her fırsatta Yugoslavya’nın dağılmasına karşı çıktığını iddia eden Kusturica’nın, bu dağılış sürecini hızlandıran siyasi yapılardan biri olan SRS (Savez Reformski Snaga – Reform Güçleri Birliği) üyesi olduğu biliniyor. 1986 yılında Hırvatistan Sosyalist Cumhuriyeti Devlet Başkanı iken, pazar ekonomisine yönelik reformlarıyla ABD’nin Yugoslavya’daki en iyi müttefiki olarak kabul edilen Ante Markoviç önderliğindeki SRS, Yugoslavya’nın sonunu getiren özelleştirmelerin ve ticaretin liberalleştirilmesinin mimarı olarak biliniyor. Reformlarını bir türlü kabul ettiremediği Yugoslav Komünist Ligi’ne karşı SRS’yi kuran Markoviç’le birlikte siyaset sahnesinde görülen Kusturica, daha sonra yavaş yavaş iktidarı eline geçirmeye başlayan Miloseviç’e yanaşıyor.
JOSD liderliği üyelerinden Vuk Baçanoviç Kusturica’nın tipik bir oportünist olduğunu ve sırf film çekebilmek için iktidarda kim varsa ona yanaştığını savunuyor. Gerçekten de Miloseviç’in saldırgan politikalarına karşı çıkmayan, içerideki liberal iktisadi politikalarına ise alkış tutan Kusturica, Miloseviç’in devrilip, yerini Koştunica’nın almasıyla birdenbire Koştunica yandaşı oluvermiştir. Tescilli anti-komünist Koştunica iktidardan uzaklaşırken, Kusturica bu sefer de Tadiç önderliğinde kurulan Za Evropsku Srbiju (Avrupalı Sırbistan İçin) koalisyonuna seçimlerde destek veriyordu. Yugoslavya’nın birliği için çalıştığını söyleyen Kusturica, Yugoslavya için değil Avrupa Birliği için enerjisini sarf ediyordu.
Emir Kusturica’nın bu kadar tepkisel ve agresif olmasını Bosna’da, hatta Balkanlar coğrafyasında çok önemli bir toplumsal kelime olan “inat”a yoran Baçanoviç, Kusturica’nın yaptığı yanlışların farkında olduğunu ve ona yöneltilen keskin eleştiriler karşısında bir savunma mekanizması olarak bu kadar agresif olduğunu belirtmektedir. Bu anlamda, Antalya’da Kusturica’ya verilen tepki, tam da Kusturica’nın istediği, egosunu gündemde tutmaya yarayan ve Kusturica’nın projelerini pazarlamasını kolaylaştıran bir fırsat olarak görülebilir. Baçanoviç, bu tarz bayağı tepkiler yerine Kusturica’nın röportaj ve oturumlarda akılcı sorularla köşeye sıkıştırılması ve ikiyüzlülüğünün yüzüne vurulmasının daha mantıklı olduğunu savunuyor.
Baçanoviç ve Mesihoviç’le birlikte görüştüğümüz diğer JOSD üyesi Bosnalılar hemen hemen her konuda olduğu gibi, bu konuda da Kusturica ya da Miloseviç üzerinden şekillenen 1990’lı yılların “Yugoslavya” algısındaki yanlışlığa dikkat çektiler. Aslen milliyetçi, şovenist ve anti-komünist karakterdeki Kusturica ve Miloseviç gibi siyasi veya entelektüel figürlerin ABD ya da küreselleşme karşıtı retoriklerinin enternasyonalist, barışçı ya da sınıfsal bir bakış açısını yansıtmadığını belirten JOSD üyesi, "Fakat bu retorik Batı ülkelerindeki sol gruplar içinde alıcı bulabilmektedir. Aristo mantığının tipik yanlışı burada da tekrarlanmakta, 'düşmanın düşmanı' dost olarak algılanmaktadır" yorumunda bulundu.

Bu noktada yolsuzluklarla, milliyetçi politikacılarla, emperyalizmin yeni sömürgeciliğiyle, yüzde 40’a varan işsizlikle, çökmüş bir sağlık ve eğitim sistemiyle uğraşan Bosna’daki solcular bu anlamda Kusturica ve benzeri figürlerle uğraşmanın gereksizliğini vurguluyorlar. Bosna’ya şu anda en büyük zararı verenin ne Kusturica, ne Karadziç ne de Miloseviç olduğunun, asıl zararın Radonçiç, İzzetbegoviç, Tihiç ve Slajdziç gibi emek düşmanı, işbirlikçi siyasetçilerin verdiğinin önemine dikkat çekiyorlar.

HOLİGANLARA ESKİSİ KADAR İŞ DÜŞMÜYOR

Haberin orijinali 1 Kasım 2010 tarihinde yayınlanmıştır.

Yugoslavya’nın dağılması sürecinde, milliyetçi politikacılar tarafından palazlandırılan holigan gruplar AB’ye entegrasyon sürecinde aynı politikacıların ayaklarına bağ olmaya başlayınca, eski Yugoslavya’da holiganizme karşı getirilen güvenlik tedbirleri arttırıldı.


Sırbistan’da halkın sadece yüzde 30’u tarafından desteklense de, Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik yolunda son dönemde önemli adımlar atıldı. 25 Ekim tarihinde AB Bakanlar Kurulu’nun Sırbistan’ın AB’ye üyeliğinin daha da yakınlaştığı yönünde yaptığı açıklamanın sağcı Sırp politikacılarını daha da şevklendirdiği söylenebilir. Öyle ki, bir dönem bizzat kendilerinin besledikleri, hizmetlerinden oldukça yararlandıkları holiganların gözden çıkarılmasına karar verildi.
Hatırlanacağı üzere Ekim ayı başlarında Belgrad’ta düzenlenen “Gay Pride” eşcinsel yürüyüşü Sırp holiganların saldırısına uğramış, akabinde İtalya’nın Cenova kentinde oynanan İtalya-Sırbistan Avrupa Şampiyonası ön eleme karşılaşmasında Sırp holiganların çıkardıkları olaylar maçın iptaline neden olmuştu. Daha sonra İtalya maçta 3-0 hükmen galip sayılmıştı. Avrupa futbolunda sadece Sırp taraftarlar değil, özellikle Hırvat ve kısmen Bosnalı taraftarlar da stadyumlarda çıkardıkları olaylarla biliniyor, tanınıyor. Avrupa’nın en örgütlü taraftar topluluklarına sahip olan eski Yugoslav futbol takımlarında bu örgütlenmelerin tarihi 1980’li yılların ikinci yarısına dayanmaktadır. Taraftar örgütlenmelerinin eski Yugoslav futbolundaki örgütlenmesiyle Yugoslav iç savaşının tohumlarının aynı dönemde atılmış olması tesadüf değil.
13 Mayıs 1990 tarihinde Zagreb Maksimir Stadyumu’nda oynanan Dinamo Zagreb – Kızılyıldız maçında çıkan olaylar, çoğu kişi tarafından Yugoslav iç savaşının başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Yugoslav iç savaşında birçok taraftar örgütü kendi paramiliter gruplarını kurarak katliamlara imza atmıştır. Bunlardan en meşhuru Arkan’dı. Asıl ismi Zeljko Raznatoviç olan Arkan, 13 Mayıs 1990 tarihinde Kızılyıldız taraftar grubu Delije’nin tribün lideriydi. Sırp ideallerine bağlı olan bir tribün yaratmasıyla Slobodan Miloseviç tarafından takdir edilen Arkan’ın Bosna Savaşı’nda kurduğu “Kaplanlar” isimli paramiliter grup toplu tecavüzlerden ve 3 bin 200 sivilin katledilmesinden sorumludur. Bosna Savaşı’ndan sonra Sırbistan iç siyasetinde daha fazla söz sahibi olmak isteyen ve Miloseviç’le ters düşen Arkan 15 Ocak 2000’de Belgrad’da öldürülmüştü.
Ekim 2000’de ise, Sırp holiganlar, Miloseviç rejiminin düşürülmesinde oynadıkları rolle Miloseviç’i deviren Batı yanlısı sağcı hükümetlerin “yedekte tuttukları” bir güç olarak etkinliklerine devam etmişlerdi. Tribün liderlerinin Belgrad, Zagreb ve Saraybosna gibi eski Yugoslav kentlerinde uyuşturucu ticaretinin kontrolünde önemli konumlarda oldukları, üst düzey mafya yöneticisi ol(a)mayanların da hiç değilse gece kulüplerinde koruma olarak görev yaptıkları biliniyor.

Yugoslavya’nın dağılması sürecinde futbolla kişisel olarak hiçbir zaman ilgilenmemiş olan üç önemli lider Miloseviç, Tudjman ve İzzetbegoviç tarafından destek gören holigan gruplara bu üç liderin siyasetteki devamcıları eskisi kadar itibar etmiyorlar. Bunun en önemli nedeni ise AB’ye entegrasyon sürecinde bu güruha artık daha fazla ihtiyaç duyulmaması.