(English version of the article is here)
(Makalenin orijinali 26 Şubat 2011 tarihinde yayınlanmıştır)
(Makalenin orijinali 26 Şubat 2011 tarihinde yayınlanmıştır)
Son iki haftadır Balkanlar’dan sürekli eylem haberleri
geliyor. Belgrad’da hükümet karşıtı gösteriler, Üsküp’te tütün üreticilerinin
eylemi, Bosna’da demiryolu işçilerinin grevi ve ülkenin kötü yönetilmesine
karşı facebook üzerinden organize edilen protesto gösterileri, yine benzer
şekilde yine facebook vasıtasıyla Zagreb’de düzenlenen gösteriler ve
Arnavutluk’ta seçimlerdeki yolsuzluklardan dolayı sağ hükümeti 9 ay geçmesine
rağmen hala tanımayan Sosyalist Parti’nin sert muhalefeti son bir ayda
Balkanlar’da gördüğümüz manzaralar. Önce Tunus, sonra Mısır ve Libya’da
yaşananlardan sonra, kimi yayın organlarında “sıra Balkanlar’a mı geldi?” sorusu
sorulmaya başlandı.
Öncelikle bir konuyu aydınlatmak gerekiyor: Herhangi bir
kavramın popüler kültür tarafından erozyona uğratılarak gündelik dildeki
kullanımı ne olursa olsun, marksistler kavramları bilimsel içerikleriyle
kullanmalı ve kuramlarını bilimsel kavramlar üzerinden oluşturmalıdırlar.
Benzer şekilde güncel olgu ve olayları analiz ederken de buna dikkat etmelidirler.
Bu bağlamda, özellikle Avromerkezli sol yapıların yayın
organlarında bahsi geçen “Kuzey Afrika Devrimleri”nin devrim olup olmadığını
açık bir biçimde ortaya koymak gerekiyor. Kemal Okuyan SoL Portal’daki 25 Şubat
2011 tarihli yazısında “devrimi çalınan devrim”le, “devrim” arasındaki farkı
ortaya koyuyor. (1)
Evvela durum analizi yapmadan, analizde kullanılan temel
kavramları açık bir biçimde ortaya koymak gerekir. Şu halde “devrim” nedir?
Liseli devrimci öğrencilerin bile zorlanmayacağı bu sorunun yanıtı çok açık:
Devrim, üretim araçlarının el değiştirmesidir, üretim biçimin değişmesidir.
“Tunus Devrimi”nde, “Mısır Devrimi”nde, “Libya Devrimi”nde üretim araçları
hangi sınıftan hangi sınıfa geçmiştir? Eğer bu ülkelerde yaşanan devrimse, yeni
üretim biçimi ne olmuştur? Fabrikalara, tarlalara, siyasi iktidara işçi sınıfı
mı el koydu? En iyi ihtimalle devrimci bir “süreç”ten bahsedebilsek bile,
“devrim”den bahsetmemiz ne kadar mümkün?
Her türlü halk hareketinin aceleyle ve acemice “devrim”
olarak nitelendirilmesinin, GSM şirketlerinin yeni tarifelerini “devrim” olarak
nitelendirmesinden epistemolojik olarak bir farkının olmadığı kanaatindeyim.
Kuzey Afrika’daki dinamiği değerlendirirken de “devrim” kavramı hoyratça
kullanılmamalı. Bu şekliyle “Devrimler Balkanlar’a da sıçrar mı?” sorusu
ontolojik bir hata üzerinden ortaya çıkmış bir soru oluyor.
Balkanlar özelinde önemli
bir noktaya dikkat çekmemiz gerekiyor. K. Afrika ve Balkanlar bölgelerinin
dünya siyasi haritasındaki konumları, özellikle de empryalistler tarafından
konumlandırılışının birbirinden çok farklı olduğunu görüyoruz. Yarım yüzyıldır “Batı
Kulübü” üyesi olan Yunanistan, AB’nin çiçeği burnunda ülkeleri Slovenya,
Romanya ve Bulgaristan, AB’ye girmesi an meselesi, dahası bağımsızlığını AB’ye
boçlu olan Hırvatistan, AB tarafından rahatlıkla hazmedilebilecek, şimdiden
Balkanlar’ın Rivierası olmaya aday olan Karadağ, yeni-sömürgeciliğin idari
kurumlarıyla kendine “bağladığı” Bosna, Kosova ve Makedonya, henüz Batı’yla
entegrasyonu sağlayamamış, ama bu yolda azimli görünen Arnavutluk ve
ehlileştirilmiş bir Sırbistan’dan oluşan Balkanlar’da Batı’yla ters düşecek,
hatta Batı’ya en kısık sesiyle karşı çıkabilecek bir odak göremiyoruz.
Balkanlar “Batı’ya uyum”da, Orta Doğu ülkelerine model olarak gösterilen
“Türkiye”den bile daha ileri seviyede. Bu anlamda Orta Doğu’da uygulamaya
konulan “uyumlu İslam” projesi benzeri bir sürecin burada yaşanmasına gerek
görülmüyor.
Batı’yla uyum içinde çalışan Balkan devletlerinin
devrilmesine, yıkılmasına gerek duyulmadığı bir ortamda, Balkanlar’daki sol
muhalefetin konumu nedir? Bu noktada ülkeleri teker teker ele almak ve
ülkelerin nesnel koşullarını göz önünde bulundurarak tahliller tapmak
gerekiyor. Fakat, basitçe Balkanları bir bütün olarak gören bir bakış açısıyla
yaklaşırsak, son süreçte Avromerkezli solun Kuzey Afrika’da yaşanılanların
devrim olarak algılaması ve bu şekilde yansıtmasının Balkanlı marksistleri
hayli etkilediğini söylememiz mümkün. Reel sosyalizmin çözülüşü ve bu sürecin
yaşandığı Doğu Avrupa ülkelerinden daha ağır bir süreç yaşayan eski Yugoslav
ülkelerindeki sol örgüt ve partiler ideolojik ve yapısal istikrarı hala
yakalayabilmiş değiller. Dolayısıyla bu coğrafyadaki marksistler dünyayı uzun
zamandır Batı medyasından ya da Avromerkezli
sol yayınlardan takip edebiliyorlar.
Bu noktada yeni yeni kendi gündemlerini oluşturmaya çalışan,
sınıfla yeniden buluşan, senelerdir milyonlarca insanın hayatını cehenneme
çeviren şovenist kışkırtmalara karşı başını dikleştiren Balkan solu bu
ideolojik yönlendirmeyle “Acaba bizde de olur mu?” yanılsamasına giriyor. Tunus’ta
“devrimin ikinci dalgası”nı bekleyen Dördüncü Enternasyonel, İspanya İç
Savaşı’ndan bu yana vazgeçmediği “abartma” huyundan bir türlü vazgeçemiyor.
Aynı kafa Balkanlar’ı da bu dalganın içinde görmeye müsait.
Hayal etmek kötü bir şey değildir. Bilakis, insana özgü,
insanı aydınlatan bir süreçtir. Hayal kurmakla, hayalleri gerçek gibi görmek
arasında fark var. Hayaleri gerçek, varolan durum olarak algılamaya
başladığımız zaman ortaya çıkan durum bir yandan trajedidir, öte yandan da
komedidir. Marksistler traji-komedinin siyasi öznesi olmayı hakketmiyor.
Balkan Devrimi, onlarca halkın bu güzel topraklarda yeniden
kardeş kardeşe yaşadığı bir coğrafya hepimizin hayali. Bu hayali gerçekliğe dönüştürmek
isteyen Balkanlı marksistlerin son dönemlerde yaptıkları işler ve girişimler de
incelenmesi gereken, önemli girişimler. Bu yazının ilk paragrafında
özetlediğimiz, SoL Portal’da geçtiğimiz haftalarda sizlere de iletilen
haberlerden anlaşılan, Balkanlar’ın üzerindeki ölü toprağını silkmeye
başladığıdır.
1) http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/ortadoguda-devrim-filan-yok-39646
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder