(Yazının aslı 20 Ekim 2012 tarihinde yayınlanmıştır)
Kuşkusuz, Yugoslavya’da
hiç bir şey 1991’deki kadar kötü olamaz. Fakat, şurası da bir gerçek ki,
yaklaşık 10 yıl süren savaşlar, çatışmalar ve katliamlarda sonra, milliyetçiler
yeniden siyasî arenada oldukça güçlü bir şekilde yer almaya başladılar.
Yugoslavya’dan
ayrıldıktan sonra, ülkedeki etnik gruplara ilişkin ılımlı bir politika
uygulayan Gligorov’un cumhurbaşkanlığı yaptığı Makedonya, karma karışık etnik
yapısına rağmen uzun süre birliğini huzur içinde koruyabildi. Fakat, Kosova’da
palazlanan UÇK çok geçmeden gözünü Makedonya’ya da dikince bir anda Makedonya’da
da silahlar patlamaya başladı. Ülke bölünmenin eşiğine gelmişken, 13 Ağustos
2001 tarihinde Makedon hükümetinin önemli tavizler verdiği Ohri Barışı’yla
ülkede barış ortamı sağlanmış oldu.
Bağımsızlığından bu yana
Makedonya’yı veto eden Yunanistan’ın uluslar arası etkinliği sayesinde
Makedonya’yı pek az ülke tanıdı. Makedon hükümetinin bu konudaki zayıflığı ve
Arnavut milliyetçiliğine verilen ödünler, 15 yıldır yolsuzlukların sıkça
gündemde yer aldığı, reel ücretlerin düşmeye devam ettiği ülkede mâlum olduğu
üzere milliyetçiliğe önemli kozlar verdi. Haziran 2006’daki seçimlerde Makedon
milliyetçisi VMRO (İç Makedonya Devrimci Örgütü) önderliğindeki Makedonya’nın
Ulusal Birliği için Demokratik Parti iktidara geçti. İktidarda ikinci dönemini
yaşayan VMRO, taktik bir hareketle, bitmek bilmeyen Yunanistan vetosu ve
Arnavut bölücülüğüne karşı diğer etnik azınlıkların; Türklerin, Vlahların ve
Boşnakların desteğini almış durumda. Hangi etnik grubun desteğini alırsa alsın,
Makedonya’daki sağ iktidarın düşmanı belli: Emekçi sınıflar.
2007 yılında Slovenya’da
iktidara gelen sosyal demokratlar Aralık 2011’deki seçimlerde Zoran Jankoviç
liderliğindeki sağ koalisyon “Pozitif Slovenya” listesine hükümeti kaptırdılar.
Yugoslav iç savaşını hafif sıyrıklarla atlatan Slovenya’da emekçi sınıf ağır
bedeller ödemeye devam ediyor.
3 Haziran 2006 tarihinde
bağımsızlığını ilan eden 650 bin nüfusa sahip, eski Yugoslavya’nın en küçük
cumhuriyeti Karadağ’da ise Mart 2009’daki son seçimi ise “Avrupalı Karadağ
Koalisyonu” kazandı. Koalisyonu oluşturan partiler ise Karadağ Sosyalistleri
Demokratik Partisi, Karadağ Sosyal Demokrat Partisi ve Karadağ Liberal Partisi.
Koalisyonun büyük ortaklarının isimleri kafaları karıştırmasın. Cisimlerinin ne
olduğu koalisyonun isminden belli!
Miloseviç’i Lahey’e
teslim ettikten, senelerdir sakladığı Karadziç’i de yakaladıktan sonra AB ve
NATO nezdinde meşruiyetini sağlamlaştıran Boris Tadiç önderliğindeki Sırp
liberaller ise dış politikadaki “başarılarını” içeride devam ettiremedi.
Geçtiğimiz Mayıs ayında yapılan seçimlerde Miloseviç’in partisinde siyasete
başlayan ve milliyetçi çizgiden ödün vermeden siyaset yapan Tomislav Nikoliç
Sırbistan’da iktidara geldi. Sırbistan’daki sağ iktidarın da dış politikadaki
durumunun ne olacağı belirsizliğini koruyor ama belli olan şey emekçilerin bu
iktidarda da rahat yüzü göremeyeceği.
Geçtiğimiz cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde sosyal demokratların göreceli olarak başarılı bir sonuç elde
ettiği Bosna-Hersek’te ise son seçim ülke üzerinde kara bulutları yeniden bir
araya toplamış görünüyor. Üç milyon seçmenin olduğu ülkede yaklaşık 1,6 milyon
seçmen sandığa gitti ve bir önceki seçimlere göre şovenist-sağ partiler 400 bin
oy daha fazla oy aldı. Üstelik sağ-şovenist partiler her üç etnik grupta da seçimlerden
zaferle çıktı. Sırp Cumhuriyeti’nde Radovan Karadziç’in kurduğu SDS (Sırp
Demokrat Partisi) özellikle Doğu Bosna’da belediyelerin hemen hemen tamamını
ele geçirmiş durumda. SDA (Demokratik Eylem Partisi) ise Boşnak seçmenlerin
tercihi oldu. Öyle ki, sosyal demokratların kalesi sayılan Bihaç, Novo Sarajevo
gibi büyük belediyeler SDA’nın eline geçmiş oldu. HDZ (Hırvat Demokrat Birliği)
ise her zamanki gibi Bosnalı Hırvat nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerdeki
belediyeleri toplamış vaziyette. Etnik gruplar üstü bir parti olarak bilinen sosyal
demokrat partinin bu kadar oy kaybetmesinin nedeni, ciddi bir siyasî
programlarının olmamasına ve parti içi mücadelelere bağlanıyor.
Eski Yugoslav
cumhuriyetlerinden bir tek Hırvatistan’da durum farklı gibi görünüyor. 2009
seçimlerinden zaferle çıkan sağ HDZ (Hırvat Demokrat Birliği) lideri İvo
Sanader’in kuşkulu bir biçimde istifa etmesi ve ardından partide yaşanan
kargaşayı fırsat bilen sosyal demokratlar Aralık 2011 genel seçimlerinde
iktidarı aldılar. Fakat, iktidarı daha ne kadar ellerinde tutabilecekleri bir
muamma. Nitekim, önümüzdeki sene AB’ye girecek olan Hırvatistan’da daha şimdiden
AB’nin cebelleştiği yapısal iktisadî krizin etkileri kendisini hissettiriyor ve
elbette ki bu krizden en çok etkilenenler yine emekçi sınıflar.
Kosova ise başta ABD
olmak üzere emperyalizmin ve emperyalizmin Truva atı Türkiye’nin desteğiyle
sağ-şovenist iktidarını daha uzun yıllar koruyacağa benziyor. Kosova’daki mafya
ekonomisinde elbette emekçilere yer yok!
Eski Yugoslavya’dan arta
kalan ülkelerde sağ-şoven partilerin iktidarı kolay kolay terk etmeyecekleri
çok açık. Bunun en önemli nedeni dönem dönem iktidarda “denenen” sosyal
demokrat partilerin ciddi bir siyasî ve iktisadî programlarının olmaması,
yolsuzluklarla ve yüksek işsizlik oranlarıyla anılan bu ülkelerde yolsuzlukları
önlemeye ve işsizliği azaltmaya yönelik, emekçi sınıflar lehine bir siyaset
izleyememeleri, Yugoslavya dağıldığından bu yana kargaşa içinde yaşayan
Yugoslav halkları nezdinde, sosyal demokrat partilerin “alternatif” olmalarının
önünde en büyük engel. Özellikle Bosna ve Makedonya’da Batı’nın zoruyla
imzalanan barış anlaşmaları ise barışı getirmenin ötesinde, var olan etnik
gerilimleri yapısallaştırmaktan, etnik gruplar arasına açık sınırlar çizmekten başka
bir şey yapmadı. Yapısallaşan etnik gerilimlerin, halklar arasına çizilen
sınırların sonucu ise bir türlü toparlanamayan siyasî ve iktisadî yapı. Bu yapı
ise seçimlerde şovenist partilere verilen destek olarak karşımıza çıkıyor.
Şovenist partilerin siyasî atmosferde sınıfsal izdüşümlerini bulamayan
emekçilerin oylarını çalmaları ise çok da zor değil.
Komünistlerin durumu ise
neredeyse sosyal demokratlardan daha vahim. Aradan 21 sene geçmiş olmasına
rağmen ne Yugoslav deneyiminin ne de Tito döneminin özeleştirsi yapılabilmiş
değil. Eski YKP kadrolarının kuru bir Tito ve Yugoslavya nostaljisiyle
“eğlendikleri” komünist partiler emekçilerin güncel koşullarına müdahale
etmekten, hatta yeni parti kadroları oluşturmaktan çok uzaklar. Küçük anarşist
ve troçkist örgütlenmeler ise siyaseti sınıf içinde değil, sosyal medyada
aramakla, sadece sosyal medyada aramakla meşguller. Bosna’daki son seçimlerde
BHKP’nin belli oranda varlık gösterebildiğini söyleyebiliriz. Mayıs ayında
seçime katılacağını açıklayan BHKP, bir çok yerellikte komünistlerin oylarını
“uygun gördükleri” adaylara yönelterek yeni yeni, yeniden yeşermeye çalışan
komünist harekete ne kadar büyük zarar verdiklerinin farkında bile değiller.
Banja Luka belediye meclisine sokabildikleri tek üyeyi başarı olarak
görüyorlar.
Eski Yugoslavya’da sağın
yükselişi hayra alamet değil. Nitekim, geçtiğimiz hafta oynanan ulusal maçlarda
ortaya çıkan ırkçı-milliyetçi şiddet, sağın eski Yugoslavya’daki yükselişinin
sadece siyaset boyutunda olmadığı, toplumsal zeminde de yansımasını bulduğu
yönünde ipuçları vermekte. Emekçilerin daha zor günler yaşayacağı bu
coğrafyada, milliteçi siyasetçilerin topu daha saldırgan bir dış siyasi çizgiye
taşımaları sürpriz olmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder