(Yazının orijinali 25 Şubat 2014'te yayınlanmıştır)
Eylemlerin çıkışından bugün vardığı noktaya kadar Bosna İsyanı’nın sınıfsal bir kimliğe sahip olduğu aşikâr. Fakat asıl önemli mesele, sürecin bundan sonraki kısmında emekçilerin ne derece etkin rol oynayabileceği.
Eylemlerin çıkışından bugün vardığı noktaya kadar Bosna İsyanı’nın sınıfsal bir kimliğe sahip olduğu aşikâr. Fakat asıl önemli mesele, sürecin bundan sonraki kısmında emekçilerin ne derece etkin rol oynayabileceği.
SINIF VAR, SENDİKASI YOK
Bu bağlamda en büyük sıkıntılardan biri de, işçilerin örgütlenmeyle
ilgili olarak ciddi bir sorunla karşı karşıya olmaları. Birçok emekçi
Yugoslavya döneminden miras kalan sendikal yapının işçilerin haklarını
savunmaktan oldukça uzak olduğunu dile getiriyor. Bosna’daki sendikaların “sarı
sendika” olduğu ve sendika liderlerinin ya kendi ceplerini, ya da siyasî
kariyerlerini düşündükleri belirtiliyor.
Sendikaların bu durumunun yanı sıra, Bosna’da etkin bir
emekçi partinin olmaması da önemli bir sıkıntı. Emekçilerin başlattığı, sınıf
karakterli bir süreçte emekçilerin taleplerini iktidara taşımaya muktedir bir
sol örgütlenmeden bahsetmemiz mümkün değil. Bosna’nın içinde yaşadığı siyasî
durum ve sürekli beslenen şovenizm, etnik kimlikleri aşan bir sınıfsal yapının
oluşmasını oldukça zorlaştırıyor.
KOMÜNİST VAR, PARTİSİ YOK
Sol siyaset bu durumu sağlam bir ideolojik duruşla aşabilir.
Fakat bu konuda da sıkıntılar var. Tito’nun ölümünden 34 yıl, Yugoslavya’nın
dağılmasından bu yana 23 yıl geçmiş olmasına karşın ülkedeki
sol/komünist/Marksist öğeler Tito dönemini, Titoizm’i masaya yatırabilmiş, bir
eleştiri/özeleştiri sürecinden geçebilmiş değiller. Böyle bir sürecin eksikliği
ise Bosna Solu’nun hareket alanının “Yugonostalji” ile sınırlı olmasını, güncel
siyasette etki yaratabilecek refleksleri geliştirememesine neden oluyor.
Dahası, özellikle “özyönetim”, “bağlantısızlar hareketi” gibi 1970’lerde
“Avrupa Yeni Solu”nun çok sevimli bulduğu kavramların, işçi sınıfına ve uluslar
arası sosyalist harekete verdiği zarar bu bağlamda tartışılabilmiş değil. Var
olan örgütlenmelerin ise bir kısmı kişisel mücadelelerin ön planda olduğu
bölünmüşlüklerle uğraşan ya da daha çok Avrupa Solu etkisinde sınıf
perspektifinden uzak olan yapılardan oluşuyor.
Bu bağlamda, sınıf temelli bir hareket olarak başlayan Bosna
İsyanı’nın emekçiler açısından önemli kazanımlar doğurmayacağı çok açık. Oysa
Bosna gibi oldukça zayıf bir devlet otoritesinin olduğu bir coğrafyada, iktidar
perspektifi olan, iktidar iddiası olan bir sınıf hareketinin varlığı
Balkanlar’ın kalbindeki bu küçük ülkede çok şeyi değiştirebilirdi. Eylemlerden
sonra toplanan “plenum” adı verilen forumlar ise sol örgütlerinin boş bıraktığı
alanı doldurma amacını güdüyor. Ülkenin farklı yerlerinde bir araya gelen
işçilerin, işsizlerin, emeklilerin, aydınların ve öğrencilerin oluşturduğu
plenumlarda iki dakikalık süre için söz alan katılımcılar sorunlarını dile
getiriyorlar, önerilerini tartışmaya açıyorlar. Plenumlara katılım tahmin
edilenden daha fazla.
SARAYBOSNA PLENUMU
Burada plenumların işleyişine dair katılımcı olarak
gözlemlediğimiz Saraybosna Plenumu’ndan örnekler vererek SoL okuyucularına sunuyoruz,
fakat diğer kentlerdeki plenumların da benzer yapıda olduğunu, benzer
dinamiklerle hareket ettiklerini belirtebiliriz.
Saraybosna’da ilk gün üniversite kampusunda toplanan plenum
yer yetersizliğinden dolayı ikinci gün Saraybosna’nın meşhur konser, kültürel
etkinlik salonu Dom Mladih’te (Gençlik Evi) toplandı. Yaklaşık 500 kişinin
katıldığı plenumların oldukça iyi organize edilmiş olması bu organizasyonu
kimin yaptığına ilişkin bir soruyu da beraberinde getiriyor.
Organizasyon komitesini oluşturan kişilerin önemli bir
kesimi akademisyen veya “sivil toplum sektörü” çalışanı. İki gün önceki
yazımızda STÖ sektörünün Bosna’daki ağırlığından bahsetmiştik. Kesinlikle şunu ifade edebiliriz ki, “STÖ
sektörü” çalışanlarının görev aldıkları STÖ’leri temsil etmediklerini, dahası
böylesi bir kaygıyı taşımadıklarını, hatta birçoğunun bu STÖ’lerin
ideolojik/politik bağlamıyla çelişen bir duruşa sahip olduklarını söylememiz
mümkün.
Öte yandan, plenumların siyasi bir tutarlılığa sahip
oldukları da muamma.
Plenumların ilk haftası sonunda bir deklarasyon yayınlandı
ve temel olarak şu talepler hükümete iletildi:
1)
Uzmanlardan oluşan yeni bir hükümetin kurulması,
2)
Bürokratların maaşlarının ve haklarının ülkenin
iktisadî durumu gözetilerek güncellenmesi,
3)
Özelleştirmelerin gözden geçirilmesi,
4)
7 Şubat olaylarının incelenmesi için bağımsız
bir uzman araştırma ekibinin görevlendirilmesi.
Bu taleplerin eylemlerin çıkış noktasında işçilerin dile
getirdiği ifadelerden farklı olduğu gözden kaçmayacaktır. Örneğin, işçiler
özelleştirmelerin tamamıyla iptal edilmesini istiyorlardı. Plenumdan çıkan
talep ise “gözden geçirilmesi” yönünde. Öte yandan “uzmanlardan oluşan” bir
teknokratlar hükümetinin neler getireceği ise Kemal Derviş gibi Dünya
Bankası/IMF ekolüne mensup teknokratlardan çok çekmiş bizim gibi ülkelerin
vatandaşları için malum.
Şu aşamada Tuzla ve Saraybosna kanton meclislerinin
plenumdan gelen “uzmanlardan oluşan bir hükümet kurulması” talebini
onayladığını da eklememiz gerekiyor
Sendikaların ve sol parti ve örgütlerin içinde bulunduğu
durum başka bir alternatifi mümkün kılmıyor. Plenumlara öncülük eden aydınlar
da bunun farkında ve Bosna gibi güçlü bir devlet yapısının bulunmadığı bir
ülkede “uzmanlar”ın daha kolay kontrol edilebileceğini, bu sürecin bir geçiş
süreci olacağı, zaman içinde emekçilerin kendi örgütlenmelerini gerçekleştirip
iktidara aday olmaları gerektiğini belirtiyor.
Bosna’nın düzlüğe çıkması da ancak bu şekilde mümkün
görünüyor.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder