(Yazının orijinali 24 Şubat 2014 tarihinde yayınlanmıştır)
Bosna’daki siyasî sisteme ve iktisadî koşullara karşı
duyulan hoşnutsuzluk yeni değil. İşlemeyen bir siyasî sisteme, gün geçtikçe
zorlaşan yaşam koşullarına, özelleştirilen, yabancı şirketlere peşkeş çekilen işletmelerde
işsiz kalan, yüksek işsizlik oranları yüzünden çok düşük maaşlarla çalışmak
zorunda kalan birçok Bosnalı uzun bir süredir içinde bulundukları durumu
protesto ediyorlardı.
Fakat, sesleri duyulmuyordu.
Bosna medyası Türkiye’dekinden farklı değil. Adeta bir tekel
durumunda olan Bosna medyasını birkaç kişi kontrol ediyor ve bu kişilerin
işçilerin veya işsizlerin tarafında yer almadığı aşikâr.
Belki Türkiyeli birçok solcunun çok sevdiği bir kavram,
fakat kulaklara çok şirin gelen“özyönetim” uygulaması Yugoslav işçi sınıfının
“sınıf bilincinden” uzak tutan, hatta sınıf bilincini aşındıran en önemli
nedendir. Dolayısıyla farklı işletmelerde, farklı kent ve kasabalarda direnen
işçilerin mücadeleleri hiçbir zaman ülke genelinde yansımasını bulamadı. Sendikalar
ise bildiğimiz tanımıyla “sarı sendika” niteliğinde ve işçiler bile artık
sendikalardan medet ummuyorlar.
Siyasetçilerin işçi direnişlerine karşı en büyük silahı ise “milliyetçi
söylem”. Bosna’daki siyasetçilerin grevlere bakış açısı çok açıktır: Sırp
bölgesinde grev oldu mu, grev “İslamcı Boşnakların ekmeğine yağ sürer”, Boşnak
bir kantonda grev olduğu zaman ise tabii ki grevden en çok fayda sağlayan
Çetnikler’dir.
Ama sabrın da bir sonu var ve 7 Şubat sabır taşı çatladığı
andır.
Peki, ne oldu da sabır taşı çatlayıverdi? Neden bugün?
Bosna’daki 7 Şubat eylemlerini değerlendirirken, son bir
senelik sürece göz atmamız gerekiyor. Öncelikle birikmiş bir öfkeden
bahsetmemiz gerekiyor. 20 senelik bir öfke. İki gündür bu sayfalarda bahsi
geçen siyasî sistem ve iktisadî koşullara karşı bir öfke… Son iki yıldır ise
siyasî sistem iyice tıkanmış vaziyette. O bununla koalisyon yapıyor, sonra bu
partiyi dışlıyorlar, şu parti koalisyondan ayrılıyor, diğerinin liderlerinden
biri gidip yeni parti kuruyor… Parti isimlerine değinmeye gerek yok, çünkü yok
aslında birbirlerinden farkları. Fakat asıl olan devletin iyice zayıflamış
olması ve hükümetteki kokuşmuşluğu, yolsuzlukları örtbas etmeyi de imkânsız
kılıyor. Koku daha da kesif bir şekilde duyuluyor.
Birikmiş bir öfke ve siyasi tıkanmışlığa ek olarak, isyanın başlamasını, daha doğrusu isyan
fikrinin oluşmasını ve olgunlaşmasını sağlayan iki farklı olaydan bahsetmek
gerekiyor. Birincisi JMBG eylemleri. JMBG, Jedinstveni
Matiçni Broj Gradjana’nın kısaltılmışı. Bizdeki “vatandaşlık numarası”na
tekabül ediyor ve geçtiğimiz ilkbahar aylarında devlet daireleri JMBG numarası
veremeyecek kadar tıkanmış durumdaydı. JMBG numarası alamayan yeni doğan
bebekler başta sağlık sigortası olmak üzere birçok sorunla karşı karşıya kalıyorlar.
Henüz üç aylık olan Berina Hamidoviç’in JMBG numarası olmadığı için yurtdışında
tedavi görememesi ve hayatını kaybetmesi aileleri sokağa döktü ve yaklaşık üç
hafta boyunca parlamento önünde gösteriler düzenlendi. JMBG numaraları yeniden
verilmeye başlanana kadar devam etti. Savaştan bu yana insanların hükümet
karşıtı bir gösteriye bu kadar kitlesel bir biçimde katıldıkları ilk
gösteriydi.
İkinci etkili olay ise Türkiye’deki Haziran İsyanı’ydı. Her
ne kadar Bosna medyası gerçeklerin üstünü örtmeye çalıştıysa da ve Bosna
halkının önemli bir kısmı RTE’ye sempati beslese de, süreç içinde birçok genç
sosyal medyadan olayları daha yakından takip etti. Hatta turizm sezonu
olmasından dolayı birçok Bosnalı eylem sürecinde Türkiye’de olup bitenleri
bizzat kendileri görebilme şansına sahip oldu. Türkiye’deki Haziran İsyanı’nın Bosna’daki
eylemliliklerinde az da olsa etkili olduğunu belirtmek yanlış olmaz.
Kıvılcım ise Tuzla’da patladı. Tuzla Bosna-Hersek’in en
önemli sanayi kentlerindendir. Tuzla’nın tarihi “kızıl”dır. İşçi direnişlerine
sahne olmuştur. Tito öncesi dönemde bile komünistlerin güçlü olduğu bir yerdir.
Tuzla’nın futbol takımı Sloboda Tuzla (Özgür Tuzla) 1919 yılında komünistler
tarafından kurulmuştur. Tuzla’da dört ayrı fabrikada özelleştirmeler sonucu
sadece işlerini değil, sosyal haklarını da kaybeden işçiler yedi aydır her
Çarşamba eylem yapıyorlardı, ama duyan kim? Önemseyen kim? En sonunda kanton
başbakanıyla görüşmeye karar verdiler ama talepleri yanıt bulmadı. 5 Şubat
Çarşamba kentteki diğer vatandaşların da desteğiyle büyük bir gösteri
düzenlediler. Polis şiddet kullandı. 7 Şubat günü ise sadece Tuzla değil, bütün
Bosna-Hersek ayaktaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder