(Yazının orijinali 31 Aralık 2011 tarihinde yayınlanmıştır)
Aslında sadece
tarih konusunda değil, hemen hemen hayata dair, bilime dair her şeyde Muhafazakârlığın
sığ pragmatizmi en bayağı şekliyle gözümüze çarpar. Türkiye’de “Batı’nın
ahlâkını değil, ilimini alalım” sloganında özetlenen bu pragmatizm “tarih”
alanında çok daha çarpık üstelik çok daha aptalca biçimlerle karşımıza çıkar.
Seneler önce,
lise öğrencisiyken Ankara Kalesi duvarlarına sprey boyayla çizilmiş “üç
hilal”lerin altında kargacık burgacık harflerle “MHP” yazıldığını gördüğümden
beri milliyetçilik ve tarih arasındaki gönül ilişkisi üzerine düşünürüm. Her ne
kadar ilk olarak Roma Dönemi’nde yapılmış olsa da, Selçuklu ve Osmanlı
dönemlerindeki onarım ve eklemelerden sonra “küffar”dan daha çok ecdadımızın
tarihinin bir parçası olarak sayabileceğimiz bu tarihi esere saygıda nasıl
kusur edilmişti? Üstelik ecdadımıza, tarihimize bu kadar sahip çıkan bir siyasî
hareketin militanları tarafından.
Dogmatik doğası
gereği ister liberal cilasıyla olsun, ister faşizan militanlığıyla olsun,
bilimsel düşüncenin ön koşulu olan “sorgulayıcılık”tan yoksun olan muhafazakârlık,
söz konusu “tarih” olduğunda vahim derecede pragmatik olabiliyor.
Öncelikle,
medeniyet tarihindeki her şey tarihimiz olarak kabul edilmiyor. İnsanlık
tarihine dair veriler ise “töremize”, “ülkümüze” uygun olduğu ölçüde kabul
ediliyor. Tarih konusundaki bu seçicilik, bir noktadan sonra “kendi” tarihimize
ait kalıntıların da değersizleşmesini beraberinde getiriyor. Muhafazakârların
hâkim olduğu belediye yönetimlerinin tahrip ettikleri tarihî doku yerine
diktikleri çirkin ve anlamsız “tarihî” anıtlar gözlerinizden kaçmamıştır.
Muhafazakârlığın
pragmatik tarih anlayışının yarattığı tahribat sadece Türkiye’yle sınırlı
değil. Fakat, muhafazakâr pragmatizmin Türkiye’deki uygulamaları, aslında kötü
bir karikatür. Örneğin Fransız, Alman ya da İngiliz muhafazakârlığının, en
azından yeni bir estetik anlayışla gerçekleştirdiği tahribat başarılı bir
şekilde kitlelere yutturulabiliyor.
Balkanlar da son
yirmi yılda dikilen estetik değerlerden yoksun, ihtişamlı olması düşünülülerek
yapılan ama kör parmağım gözüne boyutuyla çirkinlik abidesi olartak karşımıza
çıkan örneklerle dolu. Makedonya’nın başketi Üsküp’teki Büyük İskender heykeli
son örneklerden. Dahası “etnik temizlik” tarihî-mimarî temizliği de beraberinde
getirmiş. Bosna’da tahrip edilen veya yok edilen binlerce eser buna örnek.
Hırvat topçu ateşiyle yerle bir edilen Mostar Köprüsü bunların arasında en
acıklı hikayeye sahip olanı. Farklı kültürleri ve halkların birliğini
simgeleyen köprünün yıkımı başka simgesel anlamlara sahip. Birinci Dünya
Savaşı’nın kıvılcımını çakan, işgalci Avusturya İmparatorluğu’nun veliahtı
Ferdinand’ı Saraybosna’da Latin Köprüsü üzerinde vuran Gavrilo Princip’e dair
her şey Bosna tarihinden bir şekilde çıkarılmaya çalışılıyor.
Dramatik bir
biçimde, Balkan ülkelerinin önemli bir ortak noktası, hiç birinin kendisini Balkanlar’la
özdeşleştirmek istememesi. Bilâkis, diğer Balkan ülkelerinden ayrı bir konumda
olduğunu vurgulaması. Romenler öteden beri kendilerini “Balkanlı” saymazlar.
Zaten dilleri de “Latin” kökenlidir. Yunanlılar zaten Modern Dünya’yı kuran
felsefenin öncüsü olmuşlardır ve “barbar” Balkanlar’la aynı kadere ve tarihe
sahip olmamışlardır. Hırvatlar aslen İlir kökenlidir ve Balkanlarla ilgileri
yoktur. Arnavutlar da, ki kendilerini Balkanlar’a gelen ilk medeni ulus olarak
görürler, aslen İlir kökenlidirler. Kulağa komik geliyor ama ciddi ciddi
Boşnakların Got kökenli olduğunu savunanlar da vardır.
Dahası, Balkanlı
milliyetçi kurgular kendi ulusal kimliklerinin “Batı Medeniyeti”nin koruyucusu
sıfatında olduğunu da sürekli vurgular. Hırvatlar senelerce Osmanlı’ya karşı
direnmiştir, Sırplar Osmanlı’ya karşı ilk ayaklanmayı gerçekleştiren ulustur,
Karadağ hiç bir zaman Osmanlı hakimiyetine girmemiştir.
Muhafazakâr
pragmatizmin tarihle ilgili bu söylemi, bu çerçeve dışındaki tarihin tamamıyla
inkârı ya da daha yumuşak biçimde “reddidir”. Özel olarak tarih, genel olarak
bilime yönelik bu tarz bir bakış açısı; yani “bize yararlı olan kısmını alalım”
mantığı öyle bir noktaya gelir ki, kendi tarihi ve kültürel mirasınızı da yok
etmeye başlarsınız. Örneğin, bu tarz bir pragmatizm son olarak Saraybosna
Ulusal Müzesi (Zemaljski Muzej) tartışmalarında yeniden hortladı.
Özelleştirmeler
sonucunda bir çok üretim tesisinin kapandığı, işsizliğin %40 düzeyinde olduğu,
yolsuzluk bataklığına gömülmüş Bosna-Hersek’te getirdiği ekonomik yük nedeniyle
Ulusal Müze’nin kapanması gündeme getiriliyor. Arkeoloji, doğa tarihi ve
etnoloji alanında çok önemli bölümlere sahip olan müzenin kapanması sadece
Bosna tarihi için değil, Balkanlar tarihi için de çok önemli verileri gün
ışığına çıkartıyor. Fakat, gelin görün ki müze zarar ediyormuş. Muhafazakâr
pragmatizm sadece köprü bombalarken, cami yakarken değil, insanlık tarihine ait
değerleri “paraya endeksleyerek” de karşımıza çıkıyor. Saraybosna Ulusal
Müzesi’nin 500 metre çeperindeki alanda son iki senede iki önemli alışveriş
merkezinin inşa edildiği, Saraybosna’nın en büyük alışveriş merkezinin yakın
zamanda açılacağı, üstelik bu AVM’lerin islami kredi desteğiyle inşa edildiği
bilgileri de fotoğrafı tamamlayan bilgiler olarak not edilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder