(Yazının orijinali 14 Nisan 2012 tarihinde yayınlanmıştır)
Doğal afetlerde ya da
daha da trajik olanı, savaşlarda, katliamlarda ölen insanların sayısı
istatistiklerde yer aldığı zaman çok da göze batmaz.
İstatistiklerin en büyük
faydası, rakamları karşılaştırarak bazı pozitif verilere ulaşabilmemizin, en
azından toplumsal olgu ve olaylar hakkında niceliksel çözümlemeler
yapabilmemizin kolay oluşudur. Örneğin, bir sene içinde Türkiye’de iş
kazalarından ölen insanların sayısının “terör” olaylarında ölen insanların
sayısından daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Ya da soba zehirlenmesinden ölen
insan sayısının “tinerci” cinayetlerinde ölen insan sayısından daha fazla
olduğunu da gösterebilirz.
İstatistik verileri
syaesinde hangi savaşın daha kanlı olduğunu da bu karşılaştırmalarla
gösterebiliyoruz. 50 milyona yakın insanın can verdiği İkinci Dünya Savaşı’nı
en kanlı savaş olarak ilan edebiliyoruz.
“50 milyon” rakamını
ifade etmek çok zor değil. Rakam olarak tahayyül etmek de çok zor değil. Fakat,
şöyle bir düşünelim: İspanya, Arjantin
ya da Polonya nüfuslarının (ki üçünün nüfusları da 40 milyon civarındadır) tamamen
öldüğünü düşünün! Madrid’e gidiyorsunuz, her yer ölü, Barcelona öyle, Buenos
Aires öyle, Varşova öyle...
50 milyon rakamının
yanında, 6 Nisan 1992’de başlayan ve 1425 süren Saraybosna kuşatmasında ölen
11.541 kişinin hükmü ne ki?
Geçen hafta, kuşatmanın
20. yıldönümünde Saraybosna’da “Kırmızı Hat” ismi verilen bir etkinlik
düzenlendi. Kentin merkezindeki Mareşal Tito Caddesi’nde sıralanan 11.541
sandalyeyle kuşatma sırasında öldürülmüş olan Saraybosnalılar anıldı. 50
milyonun yanında hükmü olmayan 11.541 rakamı ete kemiğe değilse bile insana
ait, yaşama ait olan bir nesnede cisimleşince anlamı daha da büyüyor. Bir cadde
dolusu boş sandalye ölümün soğukluğunu insanın iliklerine kadar hissettiriyor.
Savaşın barbarlığına
karşı yaşama dair değerlerini, insan olmaya dair değerlerini koruyarak mücadele
eden Saraybosnalılar, mermilerin yanı sıra, açlıkla, susuzlukla, soğukla
mücadele eden Saraybosnalılar
birbirlerini çiğneyerek değil, birbirleriyle acıyı ve hüznü, ekmeği ve suyu
paylaşarak bu savaştan zaferle çıkabilmişlerdi.
Saraybosnalılar, “Kırmızı
Hat” etkinliğinde savaşta kaybettiklerini aynı mağrurlukla andılar. “Hesabını
soracağız!”, “intikam istiyoruz” çığlıklarına paye vermeyen Saraybosnalılar
savaşta kaybettikleri yakınlarını, komşularını, anne babalarını, çocuklarını
sessizce andılar. Sessizce, başları önde, usul usul döktükleri gözyaşlarını
gizleyerek...
Tam da savaşta
hayatlarını kaybetmiş çocuklar için dikilmiş olan anıtın orada yaklaşık 1600
tane de küçük kırmızı sandalye vardı. Savaşta hayatını kaybetmiş 1600 çocuk
anısına... Sandalyelere meraklı bakışlar atan çocukların yaşıtlarını simgeleyen
1600 sandalye... O sandalyelerin temsil ettiği çocuklar yataklarında mışıl
mışıl uyurken evlerine isabet eden bir bombayla ya da arka bahçede oynarken bir
keskin nişancının mermisiyle öldürüldüler. Hep çocuk olarak kaldılar.
Afacanlıklarıyla, haylazlıklarıyla, güzel gülümsemeleriyle, yeni çıkan
dişlerinin inci pırıltısıyla çocuk olarak kaldılar. Anne ve babalarının,
kardeşlerinin, dedelerinin, ninelerinin kalplerine saplı bir hançer olarak
kaldılar.
Diğer sandalyelerden daha
küçük olan bu minik kırmızı sandalyeler, “kırmızı hat”ın en ağır
sandalyeleriydi. Ölen çocuklar, savaşın en ağır cesetleriydi.
Eski Yugoslavya’daki
güncel ve tarihsel siyasî dinamikleri SoL okurlarına mümkün mertebe taşımaya
çalışan bu köşede, belki bu hafta siyaset yer almadı. Balkanlar’daki işbirlikçi
hükümetler, emperyalizmin yeni sömürgeciliği, halkları milliyetçi hamasî
politikalarla oyalayan, sömüren siyasetçilerle ilgili ifadeler yer almadı.
Okurlardan özür diliyoruz.
Bu hafta, 15 aylık bir
evladı olan ve Saraybosna’da yaşayan bu satırlarının yazarının duygularını
paylaşmak istedik. Bu baba, her baba gibi, her anne baba gibi oğlu için güzel
bir gelecek istiyor. Çocukların ölmediği ve öldürülmediği yeni bir dünyada
yaşamayı istiyor. Bu baba Saraybosna’daki 1600 sandalyeye buğulu gözlerle
bakarken, aynı saatlerde sırf birilerinin kasası dolsun diye Afganistan’da,
Irak’ta, Libya’da çocuklar öldürülmeye devam ediyor, Somali’de çocuklar açlığa
terk ediliyor. Sırf birilerinin sömürü çarkına su taşımak için Suriye’ye mudahale
gündeme getiriliyor. Bu baba gibi binlerce baba, binlerce anne, binlerce evlat
bu yazının yayınlandığı saatlerde sınıra koşuyor. Daha fazla çocuk öldürülmesin
diye...
En nihayetinde,
verdiğimiz mücadele de çocukların yaşaması, şeker yiyebilmesi, gülebilmesi için
değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder