(Yazının orijinali 19 Kasım 2011 tarihinde yayınlanmıştır)
Futbolun Hırvat
milliyetçiliği için çok önemli bir konumu vardır. Balkanlar’da yaptığı
katliamlarla Nazileri bile hayrete düşürmesiyle bilinen Nazi kuklası
Ustaşaların (Hırvat Faşistlerin) en önemli örgütlenme zeminleri kurdukları
futbol kulüpleriydi. Bu kulüplerin çoğu Tito döneminde kapatılmıştı. Yugoslavya
parçalanırken, futbol yeniden Hırvat milliyetçiliğinin en önemli söylem ve
eylem alanlarından birine dönüştü. Eski Yugsolavya’daki taraftar örgütlerinin
Yugoslav Savaşı sırasında tribünlerden cepheye adam, daha doğrusu –adam demeye
dilim varmıyor- cani devşirdiği bilinir. Bunların en bilineni Kızılyıldız’ın
taraftar grubu Deliye’nin eski tribün lideri Zeljko Raznatoviç, yani nam-ı
diğer Arkan’ın “Kaplanlar”ıdır.
Her ne kadar paramiliter
askeri örgütlenme olarak Arkan’ın Kaplanları dünya çapında bir ün kazanmış olsa
da, devlet düzeyinde futbolu en verimli olarak sömüren kuşkusuz ki Hırvatistan’dır.
13 Mayıs 1990
tarihinde Zagreb’de Maksimir Stadyumu’nda oynanan Dinamo Zagreb – Kızılyıldız
maçı Yugoslav savaşalarının başlangıcı olarak kabul edilir. Arkan komutasındaki
“Sırbistan’ın 1500 yiğit evladı”nın deplasmanda rakip tribünlere saldırmasıyla
çıkan olaylar sonucu misafir takım asker helikopterleri yardımıyla sahadan
çıkabilmişti. Bugün Maksimir Stadyumu’nda bu saldırıya karşı “anavatanı yiğitçe
savunanlar” için dikilmiş bir anıt bile var.
Popülist sağ
siyasetin vazgeçemediği alanlardan biri olan futbol taraftarlığını Franjo
Tudjman da çok güzel kullanmıştır. Şöyle bir vecizi vardır neo-faşist liderin:
“Aynı savaşlar gibi, ulusal kimliğin oluşmasında futbol da çok önemli bir yere
sahiptir.” Hırvatistan’ın henüz bir devlet olarak tanınmadığı halde Hırvat ulusal
futbol takımının oynadığı ilk resmî maçını kiminle oynadığı da çok anlamlı. 17 Ekim 1990 tarihinde oynanan bu maç ABD ile
bir dostluk maçı!
Gel zaman git
zaman, emperyalizm tarafından palazlandırılan Hırvat milliyetçiliği Bosna
Savaşı sonunda imzalanan ve Yugoslav savaşlarını Kosova Savaşı’na kadar bir
müddet de olsa durduran Dayton Anlaşması’ndan sonra Hırvat siyasetçiler
tarafından kontrol altına alındı. En azından “saldırgan” nitelikleri
törpülenerek AB’ye uyumlu hale getirildi. Zaman zaman Hırvat milliyetçileri
savaş suçlarıyla başı belada olan eski kahramanlarını savunmak için seslerini
yükseltmeye görsün! İktidar hemen ulusun çıkarları için bazı tavizlerden söz
etmeye başlar.
AB, Hırvatistan
iç politikası için de çok önemli bir misyona sahiptir. Batı medeniyeti
tarafından kabul edilip, şu Balkanlar’ın lanetinden kurtulmak, Hırvatistan iç
politikasında önemli bir araçtır.
Türkiye kadar
olmasa da, Hırvatistan da AB sürecinde önemli sorunlarla uğraşıyor.
Balıkçılığın düzenlenmesi, Slovenya’yla ufak sınır sorunları, eski savaş
suçlularının yargılanması ve iktisadî bir takım reformlar... Hırvatistan’ı bu
alanlar zorluyor. Bağımsızlığından beri milliyetçi söylem üzerinden siyaset
yaparak, millî sorunları iyice keskinleştirmiş olan Hırvatistan devleti, bu
alanı törpüleyebiliyor. Fakat tarım, balıkçılık ve gemicilik sektöründeki
düzenlemeler siyasetçilerin durumunu zorlaştırıyor. Tarımdaki küçük üreticiler
reformlara ayak uydurabilmek için çok büyük iktisadî yüklerin altına girmek
zorundalar. Hırvatistan’ın AB ile yaşadığı en önemli sorun devletin halen
GSMH’ın %40’ını üretmesi. Yani, bir çok alanda özelleştirmelerin hâlâ
yapılamamış olması AB tarafından en önemli sorun olarak görülüyor. Özellllikle
tersaneler anahtar konumda. AB, Hırvatistan’da devlete ait tersanelerin
özelleştirilmesinin, daha doğrusu “özelleştirme yoluyla AB sermayesine peşkeş
çekilmesinin” çok yavaş ilerlediği görüşünde. Hırvatistan’ın lokomotif
sektörlerinden gemicilik sektörü istihdam için de çok önemli bir yere sahip.
Split, Rijeka, Pula, Zadar gibi deniz kıyısındaki bir çok kent, turizme yapılan
onca yatırıma rağmen, hâlâ tersanelerin yarattığı istihdamla ayakta duruyor.
Özelleştirme ise binlerce işçinin işini kaybetmesi anlamına geliyor.
AB gelecek ay
Hırvatistan’ın Temmuz 2013’ten itibaren üye olmasını oylayacak. Oylamadan önce
yapılan kamuoyu yoklamaları AB’nin Hırvatistan’a çektiği fırçayı inceltmesini
zorladı. AB üyeliğine olan desteğin sürekli %60’ların üzerinde seyrettiği,
hatta zaman zaman %80’lere kadar çıktığı Hırvatistan’da, yapılan son
araştırmalarda Hırvatistan vatandaşlarının adece %30 kadarının AB üyeliğine
sıcak baktığı görülüyor. Bu durum da doğal olarak AB’yi ve AB işbirlikçisi
Hırvat iktidar ve ana muhalefet partisini kara kara düşündürüyor. Fakat,
Brüksel’den gelen son sinyaller Bulgaristan’la Romanya’nın AB’ye kabul
edilişinde hata yaptığını sürekli olarak vurgulayan AB’nin bu vurgudan bir
süreliğine vazgeçip, Hırvatistan’a AB yolunu kolaylaştırması yönünde. Diğer
Balkan ülkelerinin dizginlerinin kontrol edilebilmesi için de böyle bir siyasî
manevra önemli hale geliyor.
Yazıyı futbolla
açtık, şu halde yeniden futbolla kapatalım. Geçtiğimiz Salı akşamı Zagreb’deki
Maksimir Stadyumu’nda oynanan Hırvatistan – Türkiye maçında yaklaşık olarak üç
metreye 20 metre büyüklüğündeki bir pankart dikkatimi çekti. Şu yazıyordu:
NİKAD ZABORAVİTİ. “Hiç bir zaman unutulmayacak” anlamında. Kastedilen
Vukovar’dı. Hırvat holiganları ilk defa bu kadar sakin gördüm. Saha dışındaki
azgın ırkçı söylemden eser yoktu tribünlerde. AB yolunda millî davalarından
ödün verilmesini sineye çeken milliyetçi pragmatik duruş, UEFA tarafından
cezalandırılmamak için de aynı karaktersizliği gösterebiliyordu. Yaklaşık beş
dakikalığına açılan koca pankart ve bir iki dakikalık sadece “Vukovar” isminin
haykırıldığı tezahürat ise bir anlamda manzarayı kurtarmak çabasıydı.
Vukovar düştü! 18
Kasım 1991’de 3 aylık ağır bombardımandan sonra Vukovar düştü. Sırada ise Pula,
Split, Rijeka ve Zadar var. Tek bir bomba atılmadan düşecek bu kentlerde
önümüzdeki yıllarda muhtemelen bol bol Vukovar anması yapılır. İşi gücü
olmayan, boş vakti olan çok vatandaş olacak buralarda!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder