(For selected articles translated in English language, click here)


"Yugoslavya yazıları" nedir? Buraya tıklayınız.



24 Aralık 2015 Perşembe

BALKANLARI ANLAMAK 2: BALKANLARI TAHAYYÜL ETMEK

(Yazının orijinali 25 Şubat 2012 tarihinde yayınlanmıştır)
 BALKANLARI ANLAMAK 2: BALKANLARI TAHAYYÜL ETMEK

Bir önceki “Balkanları Anlamak” başlıklı yazımızda Türkiyeli solcuların Balkanları anlama nedenlerinin neler olabileceği konusunda bazı çıkarımlar yapmıştık. Bunun tarihi ve güncel gerekçelerini sunmaya çalışmıştık. Bu yazıda ise Balkanları anlamak için hangi kaynakları kullanabileceğimiz sorusunun yanıtını vermeye çalışacağız.

Yazının başlığı, bu satırların yazarının Balkanları anlayabilmek için el kitabı olarak gördüğü bir eserin başlığıdır. Bulgaristan kökenli tarihçi Maria Todorova’nın “Balkanları Tahayyül Etmek” (Imagining the Balkans) başlıklı eseri, Balkanlar’ın zaman ve mekân içinde nasıl kurgulandığını, Balkanlar’la ilgili olarak nasıl bir imge yaratıldığını gözler önüne serer. Ne var ki Todorova Balkanlar’ı sınıf mücadelesinin dışında salt bir “kültürel alan” olarak görür. Balkanlar’la ilgili olarak bir çözüm yolu, bir proje ortaya sermese de, en azından Balkan halklarına yutturulmaya çalışılan projelerin içeriği ve kültürel-ideolojik altyapısının hangi saiklerle oluştuğuyla ilgili önemli ipuçları verir. Bu anlamda Balkanlar’a ilgi duyan veya “Balkanlar’a zorunlu olanlara” çok iyi bir kaynak sunmaktadır.

Balkanlar, coğrafî bir bölge olarak sorunludur. Sorun en başta Balkanlar’ın tanımında yatmaktadır. Balkanlar neresidir? Bu soruya yanıt vermek oldukça güç. Yanıttaki güçlüklerden birisi “yarımada” mefhumunun tanım güçlüğünde yatar. Çoğu zaman yarımadanın kara bağlantısının İber yarımadası ya da Mora yarımadası gibi keskin bir çizgiyle sabitlenemediği durumlarda yarımadanın coğrafî sınırlarını belirlemek güçtür. İşin içine tarihî ve hatta siyasî veriler de girince, bu güçlük içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Kimi tarihçiler, coğrafyacılar, siyaset bilimciler, hatta sosyologlar bazı ülkeleri Balkanlar’a dâhil ederken, kimileri de bu ülkeleri dışarıda bırakır. Örneğin Macaristan, Romanya, Slovenya hatta Hırvatistan’ın bazı kesimlerinin ne kadar “Balkanlı” olduğu her zaman soru işaretidir. Ülkelerin Balkanlar’a ne kadar dahil olduğunu coğrafî verilerden çok, tarihî ve siyasi konjonktür belirlemektedir.

Siyasî ve tarihî konjonktür, Balkanlar’ın tanımlanmasında, hatta kurgulanmasında coğrafî verilerin önüne geçer. Bu bağlamda en sorunlu kurgu ve tanım “Balkanlaşma” (Balkanization) terimiyle ortaya çıkar. “Balkanlar” tanımının muğlâklığına rağmen, “Balkanlaşma” kavramının içeriği çok açıktır. Parçalanmışlığa vurgu yapan Balkanist söylem halklarının sürekli olarak birbirini kırdığı bir coğrafya olarak imgelenir. Halbûki tarihi bir dilimlendirmeye gitmemiz gerekirse, Osmanlı öncesi Balkanlar’daki savaşların aynı dönemde Avrupa’da gerçekleşen savaşlardan daha vahşi ve kıyıcı olduğunu kimse iddia edemez. Pax Ottomana’nın –en azından kanın akmadığı bir dönem olarak- göreceli bir barış ve sükûnet ortamı sağladığını inkar edemeyiz. Balkanist kurgu esas olarak 1878-1918 arasındaki kırk yıllık dönemde Balkanlar’da yaşanan savaşlara ve karışıklıklara atıfta bulunur. Bu zaman dilimi, aynı zamanda Batı’nın Balkanlar’la tanıştığı bir dönemdir ve ne ilginçtir ki Batı’nın “vahşi” olarak tanımladığı coğrafyalar tarihinin en kanlı günlerini Batı’nın önce sömürgecilikle, sonrasında da emperyalist işgal mekanizmasıyla tanıştığı dönemlerdir.

Bir bölgeye müdahale ediyorsunuz, bu müdahale sonucunda kan gövdeyi götürüyor ve siz de kalkıp bu kanı bölgedeki tarihî, etnik ilişkilere bağlıyorsunuz... Çoğu kez, farklı coğrafyalara işaret etse de Batı’nın, emperyalizmin oryantalist söylemi bu dizgede gerçekleşmektedir. Orta Doğu, Afrika ve Balkanlar bu anlamda emperyalist söylem tarafından sürekli olarak şiddetin ve savaşların hüküm sürdüğü coğrafyalar olarak kurgulanır.

Balkanlar, “Balkanlaşma” terimiyle birlikte anılmaktadır. Ne ilginçtir ki, “Balkanlaşma” terimi ilk olarak İngilizce dilinde türetilmiştir.

Bu bağlamda Batı literaratüründe Balkanlar çoğu zaman bu bakış açısı doğrultusunda değerlendirilmektedir. Nesnellik iddiasını taşıyan eserler bile Balkanlar’ı sadece “halklar mozaiği” olarak görmenin ötesine gidememekte, Balkanlar’da ethnostan farklı dinamikler görmekte sıkıntılar yaşamaktadır. Nesnellik iddiası taşıyan, hatta Balkanlar’ı kayırmaya gayret eden eserlerde bile ethnosun sarkastik ve dramatik kurgusu karşımıza çıkar. Kusturica’nın filmleri bunun tipik bir örneğidir. Durağan, tutarlı, “normal” olanın karşısında Balkanlaşmış, kaotik, tutarsız, “anormal” bir dramatik kurgu, bu coğrafyanın olağan kurgusu olarak yutturulmaya çalışılır.

Şu halde, Balkanlar’ı emperyalist kurgu ve bu kurgunun tamamlayıcısı olarak oryantalist ya da Balkanist söylemin dışında kavramsallaştıran, inceleyen, kurgulayan ya da anlatan kaynaklar nelerdir sorusu önümüze geliyor. Ne yazık ki bu sorunun yanıtını vermek oldukça güç. Türkiye’de Balkanlar ile ilgili yazılanlar, çizilenler, sunulanlar ya çeviridir ya da dincilerin romantik hayallerini yansıtan zırvalardır. Sadece akademik yayınlardan bahsetmiyoruz. Örneğin, haber kaynaklarında bile böylesi bir sınırlama vardır. Balkanlardan aldığımız bilgiler ya Reuters, El Cezire gibi “sahibinin sesi” haber ajanslarının, ya da CHA hatta TRT gibi F-tipi yerli ajanslarının haberleridir. Birinden hangi ülkede yine etnik karışıklık çıktığının haberini alırız, öbürü de atalarımızın yüzyıllarca önce yaptığı bir eserin T.C. desteğiyle restorasyonunu iletir sadece. Akademik yayınlarda da farklı değildir.

Benzer bir biçimde, Batı kaynaklı eserlerde Balkanlar etnik bir çatışma imgesinin ötesinde kurgulanmaz. Yerli kaynaklarda ise Balkanlar’da Türk veya Osmanlı etkisi incelenir ya da örneğin Balkan masalları incelenirken bile bir şekilde eserin yarısından çoğu Osmanlı etkisine ayrılmıştır.

İnkâr etmiyoruz. Maria Todorova’nın da işaret ettiği gibi coğrafyaya bizzat ismini veren Türkler, Balkanlar’ın en önemli kültürel bileşenlerindendir. Fakat şovenist tarih veya folklor yazıcılığının ne siyasî ne de bilimsel anlamda katabileceği fazla bir şey olmadığı gibi, götürdüğü de çok şey var. Başka bir yazıda değinmeye çalışacağım ama Balkanlar’a son on beş yılda –özellikle cemaat bağlantısıyla- gelip yerleşen ve yukarıda çizdiğimiz çerçevenin kalıpları içinde, Türk-İslam şovenizmiyle böbürlenen Türklere karşı artan bir antipatiden bahsedebiliriz. Elbette ki, yolsuzluk sıralamasında diplerde gezinen bir ülke yaratan Alija İzzetbegoviç’in mezarından bir tutam toprağı din tüccarı, hortumcu Erbakan’ın mezarına getirenler de var. Nitekim, Türk televizyonlarını izleyenler Bosna’nın tamamının bu din bezirganlarından oluştuğunu zannedebilir. Fakat öyle değil. Bu konuya daha sonra değineceğiz.

Bu iki odağın dışında Balkanlar’la ilgili olarak çok az kaynak gösterebiliyoruz. Bu yazının başında da belirtildiği gibi, başlangıç için, yani “Balkanlar’ı anlamaya giriş” için Maria Todora’nın “Balkanlar’ı Tahayyül Etmek” başlıklı eserini tavsiye ediyoruz. (İletişim Yayınları) 


Türkçe özgün eserlerde Tanıl Bora’nın yeni baskısı olmayan “Bosna-Hersek: Yeni Dünya Düzeni’nin Av Sahası” ve “Yugoslavya: Milliyetçiliğin Provokasyonu” kitapları önemli birer kaynak. Her ikisi de Birikim Yayınları’ndan çıkmış.  Her ne kadar “yerel” kaynaklar yönünden  zayıf kalsa da, Almanca ve İngilizce kaynak seçiminde çok titiz davranılmış ve savaşta masum-günahkar ayrımı yapma derdine girmeden olan biteni açıklığıyla ortaya sermeye çalışan iki eser. Henüz çatışmalar devam ederken 1994 yılında yayınlanan bu iki eser, Bosna Savaşı ve Yugoslavya’nın dağılışıyla ilgili çözümlemelerin tutarlılığı ve gerçekliği ile dikkati çekiyor. Öyle ki, savaştan on yıl, on beş yıl sonra yazılmış birçok kitap bile Bosna ve Yugoslavya konularında bu tutarlılığı yakalamakta zorlanıyor.

Bu yazıda, Yugoslavya hakkında tavsiye edilen birçok kitabın özel olarak “Bosna” üzerine yazılmış olduğu görülür. Bunun üç nedeni var: Birincisi, Tanıl Bora’nın da ifade ettiği gibi “Bosna Yugoslavya’nın bir özetidir.” Farklı kültürlerin bir araya yaşaması üzerine tasarlanmış Yugoslavya’da bu bağlamda model bir coğrafyadır. Bu nedenden ötürü Bosna üzerine yazmak, Yugoslavya üzerine yazmak demektir bir anlamda. Bosna’da yaşanan savaş ve devam eden siyasi istikrarsızlık da Bosna’nın sadece Yugoslavya’da değil, Balkanlar’da sürekli göz önünde olması sonucunu çıkarmaktadır. Bu da ikinci nedenimiz. Üçüncü neden ise tamamen öznel koşullara dayanıyor. Bu satırların yazarı Bosna-Hersek’te ikamet etmektedir.

Belki Yugoslavya sorununun tamamına ışık tutmaya yaramayacak ama Bosna tarihi için çok zengin bir eser olarak kabul edebileceğimiz Aydın Babuna’nın Tarih Vakfı yayınlarından çıkan “Bir Ulusun Doğuşu: Geçmişten Günümüze Boşnaklar” kitabı gerçekten bilimsel ve zengin bir inceleme olarak karşımıza çıkıyor. Hatta belki Om yayınları tarafından dilimize kazandırılan Noel Malcolm’un “Bosna’nın Kısa Tarihi” başlıklı kitabından bile daha iyi denilebilir, ki Malcolm’un kitabı akademik camiada Bosna hakkındaki en ciddi eser olarak bilinir.

İngilizce okuyabilenlere Ivan Lovrenoviç’in “Bosnia. A Cultural History” ve Francine Friedman’ın “The Bosnian Muslims: Denial of a Nation” başlıklı kitapları da tavsiye edilebilir. Bu kitaplardan ilki ODTÜ Kütüphanesi’nde, ikincisi Koç Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunabilir.

Balkanlar’ın güncel diplomatik durumu için ise Şule Kut’un Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan  “Balkanlar’da Kimlik ve Egemenlik” kitabı önemli bir çalışma.

Bağlam Yayınlarının çevirip yayınladığı Diana Johnstone’un “Ahmakların Seferi: Yugoslavya, NATO ve Batının Aldatmacaları” başlıklı eser, emperyalizmin Balkanlar’daki iç yüzünü göstermekte başarılı bir eser. Fakat emperyalizmin kirli çamaşırlarını ortaya dökerken emperyalizmle sadece retorik bir hesaplaşma içine giren, bunun dışında sınıf düşmanı ve dahası azgın bir milliyetçilikle Yugoslavya’nın çözülüşünde önemli bir rol oynayan Miloseviç yönetimini birçok günah ve suçtan “muaf” tutmuş.

Eğer, mevzunun “akademik yönüne pek girmek istemiyorsanız” ya da edebi yönüyle daha çok ilgileniyorsanız, başlangıç için İvo Andriç’in “Drina Köprüsü”yle başlayabilirsiniz. Andriç’in “Ömer Paşa”sı da çok zengin bir roman. Biraz Osmanlı karşıtı söylem barındırdığı için bizde pek sevilmez. Bu iki kitap da İletişim yayınlarından çıkmış. Biraz daha güncel edebiyat okumak istiyorsanız, her ikisi de kısa öykülerden oluşan Miljenko Jergoviç’in “Sarajevo Marlboro” (İletişim Yayınları) ve Aleksandar Hemon’un “Bruno’nun Sorusu” (Everest Yayınları) okuması keyifli iki kitap olarak karşımıza çıkıyor.

dirimozkan@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder