(Yazının orijinali 8 Ekim 2011 tarihinde yayınlanmıştır)
Srdjan Vrcan ve Drajen Laliç 1999 yılında kaleme
aldıkları makalelerinde, Yugoslavya’daki taraftar gruplarının Yugoslav
Savaşı’ndaki rollerini bu şekilde özetler: “Tribünlerden Siperlere, siperlerden
tribünlere”. (1)
Yugoslavya’nın
inşasında en önemli kültürel simgelerden biri olan futbol, ülkenin yıkılmasında
da önemli bir role sahipti. Teknik üstünlüğe dayalı “Tuna Ekolü”nün en önemli
temsilcilerinden biri olan Yugoslavya, sosyalizmin spor politikalarıyla
birlikte futboldaki özgün yerini daha da perçinlemişti. Sadece tek bir alanda
değil, farklı sportif branşlarda da uzmanlaşan Yugoslav futbolcuların fizik
üstünlüğüne bir de kolektif oyun anlayışı eklenince, “Tuna Ekolü”nü aşarak
kendi ekolünü “Yugo Ekolü”nü yaratan Yugoslav futbolu dünya futbolunda çok
önemli bir yere sahip oluyordu.
Dahası, forvette
Hırvatların, orta sahada Sırplarla Boşnakların, defansta Slovenlerin harikalar
yarattığı Yugoslav futbolu, Yugoslavya’nın birliğinin de simgesel yansımasıydı.
Yugoslav futbolunun zirvesi 1991 yılında Kızılıyıldız’ın Avrupa Şampiyon
Kulüpler Kupası’nı kaldırmasıdır. Kızılyıldız kadrosu Yugoslavya’nın özeti
gibidir: Hırvat kökenli Prosineçki, Sırp Mihayloviç ve Yugoviç, Boşnak
Şabanoviç, babası Sırp annesi Sloven Biniç, Makedon Pançev ve Naydovski,
Karadağlı Saviçeviç...
1991 Mayıs’ında
alınan kupa trajik bir sürecin hüzünlü bir bitiş noktasıdır aynı zamanda.
Yugoslav futbolu tarih sahnesinden silinmeden önce altın golünü atıyordu. Henüz
bir sene önce Zagreb Maksimir Stadyumu’nda oynanan Dinamo Zagreb – Kızılyıldız
maçında çıkan olaylar Yugoslavya’nın dağılmasının simgesel bir özetini
sunuyordu. Bir çok kişi bu maçta çıkan olayları Yugoslavya’yı dağılma sürecine
götüren olayların başlangıcı olarak kabul etmektedir.
Yugoslavya’yı bir
arada tutan Tito’nun Mayıs 1980’de ölümü üzerine ülkede önce iktisadî kriz,
sonra da bunun ertesinde de siyasî kriz baş göstermişti. Yugoslavya’yı bir
arada tutan Tito, ne yazık ki bu birlikteliği sağlamlaştıracak bir yapıyı oluşturmakta
başarısız kalmıştı. 1980’ler aynı zamanda futbol taraftar gruplarının ortaya
çıktığı dönemdir.
Burada bir
parantez açmamız gerekiyor: Sınıf ve kimlik birbirlerini olumsuzlayan,
birbirlerini “değilleyen” kavramlardır. Sınıf mücadelesinin, sınıf
iktidarınının altını oyduğunuz vakit, bu boşluğu ancak “kimlik”lerle
doldurabilirsiniz. “Kimlik” bu boşluğu doldurduğu müddetçe, “sınıf” kendisine
yeniden yer bulmakta zorlanır. “Sınıf savaşı”nın dinamizmi yerini başka
mücadelere, kimlik çatışmalarına bırakır.
Parantezi
kapattıktan sonra devam edelim.
1973 yılında
yapılan anayasal reformla federatif yapıdan konfederatif yapıya geçen
Yugoslavya “özyönetim”i çok açık bir şekilde işçi sınıfının dayanışmasını da
ulusal aidiyetlerle boğmuştu. Bu konjontürde, “sınıf”ın yerini “kültürel
kimlikler”in aldığı aşikârdır. Fakat, sınıf kimliğiyle yoğrulmuş sosyalist
nitelikli bir ulusal kimliğin –Yugoslav kimliğinin- yerini doldurmak için
kültürel alanın farklı mecralarında farklı farklı aidiyetlerin yaratılması,
keşfedilmesi, yeniden üretilmesi gerekir. 1980’lerde ortaya çıkan taraftar
örgütlenmelerini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Taraftar kimliklerinin,
etnik kimliğe dayalı milliyetçilikle aynı güzergâhta yol alması, aynı süreçte
ortaya çıkması bu anlamda tesadüf değildir.
Sol Portal’da “Saraybosna’da Futbol Gerginliği” başlıklı dünkü haberimizde belirtildiği
gibi, 1980’li yıllarda kurulan taraftar örgütleri, Yugoslav iç savaşında
tribünlerden siperlere savaşçı devşirmekte önemli rol oynamışlardır.
Sırbistan’da, Bosna’da, Hırvatistan’da siyasetçilerin futbol kulüpleri ve
taraftar gruplarıyla ilişkilerine bir çok örnek verilebilir.
Yugoslav iç
savaşı sona erdiğinde ise, oluşan yeni düzende uslu durmayan taraftar
liderlerinin çoğu günah keçisi ilan edilip yargılanmış, bazıları çeşitli
cezalar almış, bazıları sokak ortasında infaz edilmiş, uslu duranlar ise yeni
yönetimlerin manipülatif politikalarında önemli rol oynamıştır. Siperlerden
yeniden tribünlere dönmüşlerdir. Son iki haftadır Bosna liginde yaşanan, en son
Zeljeznicar – Hajduk Split maçında çıkan olaylarla doruğa ulaşan bu durumun
arkasında yatan dinamik budur.
İnternette
“holiganizm, Sırbistan, Hırvatistan, Bosna” gibi anahtar sözcükleri tarayarak,
son yıllarda bu ülkelerde futbol kaynaklı şiddet olaylarının basit bir dökümü
yapılabilir. Yolsuzluklarla, kötü yönetimlerle boğuşan halklar göz göre göre
futbol sayesinde manipule edilmektedir. 4 Ekim 2010 tarihinde yapılan genel
seçimlerden bu yana tam tamına bir senedir hükümet kurulamayan, fiyatların
sürekli artış gösterdiği fakat ücretlerin sabit kaldığı Bosna’da iki haftadır
futbol ve holiganizm konuşulmakta.
Kıssadan hisse...
Kıssadan hisse
çıkarmadan önce bir noktayı açığa kavuşturmak gerekiyor: Futbol zevkli bir
oyun, eğlenceli bir etkinlik. Oynaması da, izlemesi de... Seyir zevki için maça
gitmek ayrı şey, bir takımı desteklemek, arkadaş grubuyla maçlara gitmekten
keyif almak başka şey, futbolu merkeze koyan bir hayatı yaşamak, futbola
hakettiğinden fazla değer vermek, anlam yüklemek başka bir şey.
Nasıl ki, sırf
ilerici kuvvetler de içinde yer alıyor diye Kuzey Afrika’daki hükümet
değişimlerini “devrim” olarak nitelendiremiyorsak, devrimci marşlardan
tezahürat besteleri çıkarılıyor diye, Başbakan stadyumda yuhalanıyor diye, bazı
taraftar grupları Che Guevara posterleri asıyor diye taraftar gruplarını
devrimci özne yerine koyacak değiliz. Sınıf mücadelesinin dinamiğini, kültürel
aidiyetleri yaratarak, keşfederek, yeniden üreterek boğmak sadece bugünün
emekçilerine değil, günümüzde tezahürat haline getirilen o devrimci marşları
mücadaleleriyle bedel ödeyerek yazanlara da yapılan -en hafif tabiriyle- bir “hakaret”tir.
(1) Vrcan, Srđan ve Lalić,
Dražen. “From Ends to Trenches and Back: Football in the
Former Yugoslavia”, Football
Cultures and Identities. Der. Gary Armstrong
ve Richard Giulianotti. Londra: MacMillan Press. 1999. 176-189.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder