(Yazının orijinali 5 Kasım 2011 tarihinde yayınlanmıştır)
Geçtiğimiz hafta
Saraybosna’daki ABD büyükelçiliğine yapılan saldırının ardından Bosna’da din ve
politika arasındaki ilişkiler farklı bir düzlemde tartışılmaya başlandı. Radikal
İslamcılar’dan şimdiye değin rahatsız olmayan işbirlikçi iktidar elitin,
radikal İslamî söylemin kamusal alanda daha sık boy göstermesi ve “Büyük
Ağabey”i rahatsız etmesi üzerine Vahabilerle özdeşleştirilen
radikal İslamcılarla arasına bir sınır koymasına neden oldu.
Bosna’da din ve toplumsal hayat arasındaki ilişki dışarıdan
göründüğünden daha çetrefillidir. Bu ilişkiyi kısaca anlatmaya kalkmak mutlaka
bir şeylerin eksik kalmasına neden olur. Zaten Bosna ile ilgili en önemli
sorunlardan birisi de “bir şeylerin eksik kalması”, dolayısıyla da çoğu şeyin yanlış
bilinmesidir. “Yugoslavya Yazıları” bu eksikliği gidermek için aktüel yazıların
yanı sıra, Balkanlar’ın sıcak konjonktüründen fırsat buldukça ara ara
Yugoslavya’nın özeti gibi imgelenebilecek Bosna üzerine, Bosna’nın kültürel ve
sosyal yapısı üzerine eğilecek yazılara da yer verecek.
Bu yazıda, Bosna’da din ve politika arasındaki ilişkideki
farklılaşan düzlemin anlaşılmasını kolaylaştırması açısından sadece radikal
İslâm’ın Bosna’daki yüzüne kısaca değineceğiz.
Çoğunluğu Orta Doğu ülkelerinden gelen radikal İslamcıların
Bosna Savaşı’ndaki rolü günümüzde hâlâ bir tartışma konusudur. Farklı kaynaklar
Bosna Savaşı sırasında 400-1500 arasında mücahidin ARBiH (Armija Republika Bosna i Hercegovine – Bosna Hersek Cumhuriyet
Ordusu) saflarında savaştığını yazar. Bir çok dinci kaynak mücahitlerin
Bosna’daki savaşta kilit bir konumda olduklarını, İzzetbegoviç ve Bosna Hersek
yönetiminin mücahitlere çok şey borçlu olduğunu yazar. Fakat, genellikle göz
ardı edilen durum savaş sırasında ARBiH’in asker değil, silah ihtiyacı
olduğudur. Dolayısıyla, ARBiH’in Müslüman ülkelerden gelen savaşçılardan
ziyade, elindeki savaşçı güçlerin kullanabileceği silahlara ihtiyacı vardı.
Gelen, çoğu Vahabi kökenli olan mücahitlerin ise Bosna-Hersek’teki işlevleri
çok farklıdır. Mücahitlerin asıl işlevi savaş sırasında sadece Bosnalı Sırp ve
Hırvat güçlerle değil, farklı siyasi duruş sergileyen “Boşnak” politikacılarla
ve hatta komutanlarla da mücadele eden İzzetbegoviç’in siyasi nüfuzunu
kuvvetlendirmek olmuştur.
Bosna Savaşı aynı zamanda radikal İslamcıların savaş
deneyimini arttırmaya da yaramıştır. Alman gazeteci Jürgen Elsaesser’in
Türkçe’ye de çevrilin “Cihad Avrupa’ya Nasıl Ulaştı?” başlıklı kitabında 11
Eylül saldırılarında anahtar rol oynayan yedi kişiden en az dördünün savaş
sırasında Bosna’da savaştığını belirtmektedir. (1) Günümüzde Bosna’da yaklaşık
üç bin kadar Vahabi’nin yaşadığı tahmin ediliyor ve bu sayının önemli bir kısmını
savaştan sonra Bosna’ya yerleşen Orta Doğu kökenli mücahitler değil, Vahabilere
katılan yerli nüfus oluşturuyor. Yerli Vahabiler sadece Bosna’da değil, Boşnak
nüfusun yoğun olarak yaşadığı Sırbistan’ın Sancak bölgesinde de etkinler.
Nitekim, geçtiğimiz hafta ABD büyükelçiliğine saldıran Mevlüt Yaşareviç de
Sancaklıdır.
Öte yandan –en azından şimdilik- Vahabi hareketinin Bosna
siyasetinde önemli bir yere sahip olmadığı biliniyor. Fakat, bu sağ-mushafazakar
dinci söylemin siyasette etkin olmadığı anlamına gelmiyor. Dinci söylem fırsat
buldukça “nabız yokluyor”. Örneğin geçtiğimiz Mayıs ayında Saraybosna Kantonu Eğitim Bakanı, sosyal demokrat Suljagiç seçmeli ders
olan din kültürü dersini kredisiz yapınca Reis-ül Ülema Mustafa Ceriç
Suljagiç’i açıkça tehdit etmiş ve “Arap Baharı”na gönderme yaparak “Saraybosna
Yazı” ile karşılaşılabileceği şeklinde halkı “dine karşı bu tehdite karşı
çıkmaya” çağırmıştı. (2) Hemen ardından bir çok sivil toplum kuruluşu, aydınlar
ve bir çok siyasetçi Ceriç’in bu çıkışına tepki vermişti. Bu çıkış karşısında
da Ceriç geri adım atmak durumunda kalmıştı. Mustafa Ceriç’in en son Türkiye
ziyaretinde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e “Şeyh-ül İslâm” olarak hitap
etmesi, 1924 yılında bu kurumu lağveden Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanlar kurulu
ve bürokratlarını rahatsız etmemişti.
Türkiye Cumhuriyeti’ni asıl rahatsız eden,
ABD’nin de onayladığı, hatta teşvik ettiği “ılımlı İslam” projesini tehlikeye
atacak radikal çıkışlardır. Türkiye’deki AKP iktidarının model olarak sunulduğu
Müslüman ülkelerde, bu tarz radikal çıkışlar ABD ve Türkiye tarafından
kesinlikle onaylanmamaktadır. Ahmet Davutoğlu, Yaşareviç’in saldırısından sonra
bu eylemi “Bosna’ya ve Bosna’nın dostlarına karşı yapılmış bir saldırı” olarak
nitelendirmiştir.
Bir anlamda, ABD büyükelçiliğine karşı
yapılan bu saldırı Bosna’daki sağ muhafazakar siyasî elitin içindeki “radikal
unsurları” temizlemesi için de bir fırsat sağlamıştır. Saldırıdan hemen sonra
Vahabilerin hakimiyet kurduğu ve şimdiye değin “görmezden gelinen” köylere
polis baskınları gerçekleşti. Hatırlanacağı üzere geçen Haziran ayında Brçko’da
yapılan Vahabi operasyonu Bosna-Hersek yönetiminin Vahabilerden yavaş yavaş
vazgeçme eğiliminde olduğunun işaretlerini vermekteydi. (3) Bosna’daki Müslüman
elitin önemli akademisyenlerinden Fahira Fejziç-Çengiç’in Saraybosna’daki bir camide
Vahabiler tarafından rahatsız edilmesiyle ilgili Sol Portal haberinde
“muhafazakar elit”in “radikal İslamcılar”dan rahatsız olmaya başladığını
belirtmiştik. (4) Dolayısıyla, bir süredir Müslüman elitin Vahabilerden vaz
geçtiği bilinmekteydi. Fakat asıl sorun, şimdiye değin yakın durulan, stratejik
öneme sahip Vahabilerden nasıl kurtulunacağı idi.
ABD büyükelçiliğine yapılan saldırı ise polis
baskınlarının meşruiyeti sağlanmıştır. Bosna Hersek’in Berlusconisi olmaya
soyunan ve son başkanlık seçimlerinde oyların %30’unu alan Fahrudin Radonciç’in
sahibi olduğu Dnevni Avaz gazetesinin yaptığı bir ankete göre, ankete
katılanların %86.5’i, doksanlı yıllardan bu yana radikal ideolojilerin siyasî
bir araç olarak kullanıldığını düşünmektedir. (5) Bu bağlamda, Yaşareviç’in
gerçekleştiridği saldırıyla taçlanan ve yaklaşık bir yıldır devam eden kamuoyu
çalışmasının başarılı olduğu görünmektedir.
Geçtiğimiz hafta Saraybosna’da gerçekleştirilen saldırı ve bu saldırıya karşı Bosna’daki muhafazakar elitin verdiği tepki, Bosna’daki radikal unsurlardan temizlenmiş “ılımlı İslâm”ın vizyonuna yapacağı katkı bağlamında değerlendirilmelidir.
Geçtiğimiz hafta Saraybosna’da gerçekleştirilen saldırı ve bu saldırıya karşı Bosna’daki muhafazakar elitin verdiği tepki, Bosna’daki radikal unsurlardan temizlenmiş “ılımlı İslâm”ın vizyonuna yapacağı katkı bağlamında değerlendirilmelidir.
(1) Jürgen Elsaesser,
“Cihad Avrupa’ya Nasıl Ulaştı? Balkanlar’da Alah’ın Savaşçıları ve Gizli
Servisler”, Nesnel Yayınları, İstanbul. (Sayfa 46)
(2) Konuyla
ilgili Sol Portal’da “Bosna’da Din Dersi Tartışmaları” haberi için: http://haber.sol.org.tr/dunyadan/bosnada-din-dersi-tartismasi-haberi-42266
(3) “Bosna’da
Vahabi Operasyonu” haberi için: http://haber.sol.org.tr/dunyadan/bosnada-vahabi-operasyonu-haberi-43365
(4) “Bosnalı
Müslümanlar İslamcılardan Şikayetçi”: http://haber.sol.org.tr/dunyadan/bosnali-muslumanlar-islamcilardan-sikayetci-haberi-45536
(5) “Dnevni Avaz”,
1 Kasım 2011
dirimozkan@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder