(For selected articles translated in English language, click here)


"Yugoslavya yazıları" nedir? Buraya tıklayınız.



24 Aralık 2015 Perşembe

BOSNA FATİHİ KILIÇDAROĞLU

(Yazının orijinali 28 Nisan 2012 tarihinde yayınlanmıştır)

Siyasette çok basit bir denklem vardır: Sermayenin çıkarlarını savunan sağ ve çalışanların haklarını savunan sol. Sermaye sahiplerinin demografik niceliğinin, temsilî demokrasilerde iktidarda olmasına engel olduğuna göre, sağ siyaset mümkün olduğunca sınıf merkezli siyaset yapmaktansa, kimlik siyaseti yapması gerektiğini çok iyi bilir. Ancak o şekilde çalışanların ürettiği artı değere el koyan sermaye sınıfının iktisarı için bizzat çalışanların oylarını çalabilir. Başta dinî kimlikler olmak üzere, Türkiye özelinde çok “verimli” olan hemşehri kimliği, futbol taraftarlığı kimliği gibi, “sınıf kimliği” ile öyle veya böyle örtüşme ihtimali olmayan tüm kimlikler muhafazakâr siyasetçilerin baş tacıdır. Sol ise bunun karşısında inatla ve azimle sınıfa sahip çıkarak siyaset üretir. Sol siyasette kimliklere ihtiyaç yoktur. Daha da ötesi, kimlik siyaseti sınıf siyasetini öteler.

Fakat, Türkiye örneğinde de çok iyi bildiğimiz gibi, İkinci Enternasyonel sonrası sınıf savaşıyla arasına açık sınırlar koyan ve hatta Almanya’da Naziler’in iktidara gelmesi pahasına komünistleri dışlayan sosyal demokrasi, sınıf savaşının siyaseten yarattığı yoksunluğu, muhafazakar siyasetin silahlarına başvurarak yapmaya çalışır. Din ya da milliyetçilik bu silahların en güçlüsüdür.

Sosyal demokrasi, sınıf mücadelesinden uzaklaştıkça milliyetçiliğe daha da yakınlaşır, sınıf mücadelesinden uzaklaştıkça “laiklik” bile bir kimlik siyasetinden öteye gidemez ve bu minvalde de halk desteğini bulmakta sorunlar yaşar. Türkiye’de de olan budur. Sınıf savaşında yansımasını bulmayan ve laikliğe vurgu yapan, hatta sadece laiklikle beslenen sosyal demokrasinin emekçiler nezdinde yarattığı boşluğu muhafazakarlık kimlik siyasetiyle, sahte vaatlerle doldurmaktadır.

Bu sorun başka bir tartışmanın konusu. Ayrıca sosyal demokratların sorunlarını tartışmak bize düşmez. Fakat sorun şu ki, son dönemde Kılıçdaroğlu’nun, muhafazakâr siyasetin karikatüründen öteye gidemeyen siyasî tarzı, yüreği emekçiden yana atan bir çok kişi tarafından hâlâ görmezden geliniyor.

Kılıçdaroğlu’nun son 25-26 Nisan 2012 tarihlerinde gerçekleştirdiği son Bosna gezisi bunu ortaya seren örneklerden bir tanesidir.

Eğer ki, RTE ya da Ahmet Davutoğlu tarafından görevlendirilmediyse, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Bosna gezisi fiyaskolar zinciridir. Kılıçdaroğlu’nun Bosna gezisine bir göz atalım:

25 Nisan sabahı Saraybosna’ya gelen Kılıçdaroğlu ve beraberindeki heyeti Saraybosna’daki Türk okullarında okuyan çocuklar karşılıyor. Türk okullarının siyasî niteliği malûmunuz. Fakat, diyebilirsiniz ki: “Ne var canım bunda? Kapıkule’yi geçtikten sonra sağ-sol davası gütmenin mantığı var mı? Hangi cemaat tarafından kontrol edilirse edilsin, Türk okullarında eğitim gören çocuklar millet olarak gururumuzdur!” Bu bakış açısı bir siyasî tarzın ürünüdür ve tarzı eleştirebiliriz, fakat kendi içinde tutarlıdır. Hatta, Bosna Savaşı’nın nedeni ve sonucu olan dinci ve milliyetçi rüzgârı arkasına alıp, savaş sırasında yanında bulunan dava arkadaşlarına “Yürü ya kulum” derken, halkına yolsuzlukların ayyuka çıktığı, yoksulluğun ve işsizliğin dayanılamayacak derecede olduğu bir ülkeyi revâ gören “Bilge Kral” Alija İzzetbegoviç’in mezarını ziyaret edip, İzzetbegoviç hakkında methiyeler düzmesini de aynı siyasi tarzın bir yansıması olarak kabul edip, bunu da tutarlı bir siyasî çerçevede yaptığını da kabul edebiliriz. Geçen sene Necmettin Erbakan’ın mezarına Alija İzzetbegoviç’in mezarından taşınan bir avuç topraktan ne İzzetbegoviç’i ne de Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutabiliriz. (1)

CHP genel başkanı olduğundan bu yana İslamî söylemi dilinden düşürmeyen Kılıçdaroğlu’nun “Tetka Zilha” (Zilha Teyze) aşevi ziyaretinde, aşevine yaptığı yardımı “dini” örtüyle, kurban olarak sunması ve ardından Saraybosna Orduevi’nde şehitler için mevlit okutması da Kılıçdaroğlu’nun tercih ettiği siyasî tarzın bir yansıması olarak görülebilir.

Fakat, keşke bunlarla kalsa...

Kılıçdaroğlu cemaat okullarında okuyan çocuklar tarafından karşılandıktan sonra soluğu İzzetbegoviç’in mezarında alsa ve kurban da kestikten sonra, meselâ Saraybosna’daki Sosyal Demokrat Parti merkezinde görüşmelere katılsa, ya da bir sendika ziyareti gerçekleştirse bunlar sineye çekilir belki.

Kılıçdaroğlu tercihini başka bir biçimde kullanıyor. Ziyaretinin ikinci gününde “ayıp olmasın” diye Sosyal Demokrat Parti genel başkanı Lagumciya’yla buluşuyor. Fakat, bundan bir gün önce Bosna’nın önemli figürlerinden Reis-ül Ulema Mustafa Ceriç’i ve Mladi Müslümani (Genç Müslümanlar) örgütü önde gelenleriyle görüşüyor.

Peki Ceriç ve Mladi Muslimani kim?

Recep Tayyip Erdoğan’a aşkını her fırsatta ifade eden Ceriç, geçen Sonbahar’da Türkiye ziyaretinde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’i “Şeyhülislam” ilan etmişti! (2) Ceriç’in Saraybosna Kantonu’nun sosyal demokrat yönetimiyle arasının pek de iyi olmadığı biliniyor. Geçen yıl, kanton müfredatında din bilgisi dersinin kredisinin kaldırılmasından sonra biraz da “Libya gazı”na gelen ve “Bilge Kral” tarafından kurulan Mladi Muslimani’ninde desteğini arkasına alan Ceriç Efendi Kanton Eğitim Bakanı Emir Suljagiç’i “Saraybosna Yazı”yla tehdit etmiş, açıktan açığa Bosnalı dincilere hedef göstermişti. (3) Bosna kamuoyunun tepkisiyle geri adım atmak zorunda kalan Ceriç’in fırsat buldukça Bosna’da siyasete müdahale ettiği ve bunun da özellikle Sosyal Demokrat Parti’yi oldukça rahatsız ettiği biliniyor.

Benzer bir şekilde başka bir ülkenin sosyal demokrat parti lideri Türkiye’de benzer bir ziyaret gerçekleştirse, sosyal demokratlar bunu hazzedebilir miydi bunu bilemiyoruz.

Bosna’daki Türk üniversite öğrencileriyle de görüşen Kılıçdaroğlu, Türk öğrencilerin İstanbul-Saraybosna uçak biletlerinin fiyatının yüksekliğinden şikayet ettiğini belirtmiş. Keşke bu öğrencilerin hangi üniversitelerde ve hangi misyonla Saraybosna’da okuduklarını da es geçmeseymiş!

Bosna’dan ayrılmadan önce Kılıçdaroğlu bu tarz ziyaretleri daha sık gerçekleştirmek istediklerini belirtmiş. İç siyasette AKP hükümetinin bayraktarlığını yaptığı dinci söylemi kaptırmamaktaki ısrarıyla bilinen Kılıçdaroğlu, anlaşılan o ki, AKP’nin Yeni Osmanlıcılık çerçevesinde belirlediği  dış siyasetine de bu çerçevede ortak olma heveslisi.

Kolay gelsin diyoruz...

(1)    Konu ile ilgili yazı için: “Bosna için toplanan yardımlar gericilere helal olsun”
(3)     Konu ile ilgili haber için: “Bosna’da din dersi tartışması”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder