(Yazının orijinali 28 Nisan 2012 tarihinde yayınlanmıştır)
Siyasette çok basit bir
denklem vardır: Sermayenin çıkarlarını savunan sağ ve çalışanların haklarını
savunan sol. Sermaye sahiplerinin demografik niceliğinin, temsilî
demokrasilerde iktidarda olmasına engel olduğuna göre, sağ siyaset mümkün
olduğunca sınıf merkezli siyaset yapmaktansa, kimlik siyaseti yapması
gerektiğini çok iyi bilir. Ancak o şekilde çalışanların ürettiği artı değere el
koyan sermaye sınıfının iktisarı için bizzat çalışanların oylarını çalabilir.
Başta dinî kimlikler olmak üzere, Türkiye özelinde çok “verimli” olan hemşehri
kimliği, futbol taraftarlığı kimliği gibi, “sınıf kimliği” ile öyle veya böyle
örtüşme ihtimali olmayan tüm kimlikler muhafazakâr siyasetçilerin baş tacıdır.
Sol ise bunun karşısında inatla ve azimle sınıfa sahip çıkarak siyaset üretir. Sol
siyasette kimliklere ihtiyaç yoktur. Daha da ötesi, kimlik siyaseti sınıf
siyasetini öteler.
Fakat, Türkiye örneğinde
de çok iyi bildiğimiz gibi, İkinci Enternasyonel sonrası sınıf savaşıyla
arasına açık sınırlar koyan ve hatta Almanya’da Naziler’in iktidara gelmesi
pahasına komünistleri dışlayan sosyal demokrasi, sınıf savaşının siyaseten
yarattığı yoksunluğu, muhafazakar siyasetin silahlarına başvurarak yapmaya
çalışır. Din ya da milliyetçilik bu silahların en güçlüsüdür.
Sosyal demokrasi, sınıf
mücadelesinden uzaklaştıkça milliyetçiliğe daha da yakınlaşır, sınıf
mücadelesinden uzaklaştıkça “laiklik” bile bir kimlik siyasetinden öteye
gidemez ve bu minvalde de halk desteğini bulmakta sorunlar yaşar. Türkiye’de de
olan budur. Sınıf savaşında yansımasını bulmayan ve laikliğe vurgu yapan, hatta
sadece laiklikle beslenen sosyal demokrasinin emekçiler nezdinde yarattığı
boşluğu muhafazakarlık kimlik siyasetiyle, sahte vaatlerle doldurmaktadır.
Bu sorun başka bir
tartışmanın konusu. Ayrıca sosyal demokratların sorunlarını tartışmak bize
düşmez. Fakat sorun şu ki, son dönemde Kılıçdaroğlu’nun, muhafazakâr siyasetin
karikatüründen öteye gidemeyen siyasî tarzı, yüreği emekçiden yana atan bir çok
kişi tarafından hâlâ görmezden geliniyor.
Kılıçdaroğlu’nun son
25-26 Nisan 2012 tarihlerinde gerçekleştirdiği son Bosna gezisi bunu ortaya
seren örneklerden bir tanesidir.
Eğer ki, RTE ya da Ahmet
Davutoğlu tarafından görevlendirilmediyse, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Bosna gezisi
fiyaskolar zinciridir. Kılıçdaroğlu’nun Bosna gezisine bir göz atalım:
25 Nisan sabahı
Saraybosna’ya gelen Kılıçdaroğlu ve beraberindeki heyeti Saraybosna’daki Türk
okullarında okuyan çocuklar karşılıyor. Türk okullarının siyasî niteliği
malûmunuz. Fakat, diyebilirsiniz ki: “Ne var canım bunda? Kapıkule’yi geçtikten
sonra sağ-sol davası gütmenin mantığı var mı? Hangi cemaat tarafından kontrol
edilirse edilsin, Türk okullarında eğitim gören çocuklar millet olarak
gururumuzdur!” Bu bakış açısı bir siyasî tarzın ürünüdür ve tarzı
eleştirebiliriz, fakat kendi içinde tutarlıdır. Hatta, Bosna Savaşı’nın nedeni
ve sonucu olan dinci ve milliyetçi rüzgârı arkasına alıp, savaş sırasında
yanında bulunan dava arkadaşlarına “Yürü ya kulum” derken, halkına
yolsuzlukların ayyuka çıktığı, yoksulluğun ve işsizliğin dayanılamayacak
derecede olduğu bir ülkeyi revâ gören “Bilge Kral” Alija İzzetbegoviç’in
mezarını ziyaret edip, İzzetbegoviç hakkında methiyeler düzmesini de aynı
siyasi tarzın bir yansıması olarak kabul edip, bunu da tutarlı bir siyasî
çerçevede yaptığını da kabul edebiliriz. Geçen sene Necmettin Erbakan’ın
mezarına Alija İzzetbegoviç’in mezarından taşınan bir avuç topraktan ne
İzzetbegoviç’i ne de Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutabiliriz. (1)
CHP genel başkanı
olduğundan bu yana İslamî söylemi dilinden düşürmeyen Kılıçdaroğlu’nun “Tetka
Zilha” (Zilha Teyze) aşevi ziyaretinde, aşevine yaptığı yardımı “dini” örtüyle,
kurban olarak sunması ve ardından Saraybosna Orduevi’nde şehitler için mevlit
okutması da Kılıçdaroğlu’nun tercih ettiği siyasî tarzın bir yansıması olarak
görülebilir.
Fakat, keşke bunlarla
kalsa...
Kılıçdaroğlu cemaat
okullarında okuyan çocuklar tarafından karşılandıktan sonra soluğu
İzzetbegoviç’in mezarında alsa ve kurban da kestikten sonra, meselâ
Saraybosna’daki Sosyal Demokrat Parti merkezinde görüşmelere katılsa, ya da bir
sendika ziyareti gerçekleştirse bunlar sineye çekilir belki.
Kılıçdaroğlu tercihini
başka bir biçimde kullanıyor. Ziyaretinin ikinci gününde “ayıp olmasın” diye
Sosyal Demokrat Parti genel başkanı Lagumciya’yla buluşuyor. Fakat, bundan bir
gün önce Bosna’nın önemli figürlerinden Reis-ül Ulema Mustafa Ceriç’i ve Mladi
Müslümani (Genç Müslümanlar) örgütü önde gelenleriyle görüşüyor.
Peki Ceriç ve Mladi
Muslimani kim?
Recep Tayyip Erdoğan’a
aşkını her fırsatta ifade eden Ceriç, geçen Sonbahar’da Türkiye ziyaretinde
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’i “Şeyhülislam” ilan etmişti! (2) Ceriç’in
Saraybosna Kantonu’nun sosyal demokrat yönetimiyle arasının pek de iyi olmadığı
biliniyor. Geçen yıl, kanton müfredatında din bilgisi dersinin kredisinin
kaldırılmasından sonra biraz da “Libya gazı”na gelen ve “Bilge Kral” tarafından
kurulan Mladi Muslimani’ninde desteğini arkasına alan Ceriç Efendi Kanton
Eğitim Bakanı Emir Suljagiç’i “Saraybosna Yazı”yla tehdit etmiş, açıktan açığa
Bosnalı dincilere hedef göstermişti. (3) Bosna kamuoyunun tepkisiyle geri adım
atmak zorunda kalan Ceriç’in fırsat buldukça Bosna’da siyasete müdahale ettiği
ve bunun da özellikle Sosyal Demokrat Parti’yi oldukça rahatsız ettiği
biliniyor.
Benzer bir şekilde başka
bir ülkenin sosyal demokrat parti lideri Türkiye’de benzer bir ziyaret
gerçekleştirse, sosyal demokratlar bunu hazzedebilir miydi bunu bilemiyoruz.
Bosna’daki Türk
üniversite öğrencileriyle de görüşen Kılıçdaroğlu, Türk öğrencilerin
İstanbul-Saraybosna uçak biletlerinin fiyatının yüksekliğinden şikayet ettiğini
belirtmiş. Keşke bu öğrencilerin hangi üniversitelerde ve hangi misyonla
Saraybosna’da okuduklarını da es geçmeseymiş!
Bosna’dan ayrılmadan önce
Kılıçdaroğlu bu tarz ziyaretleri daha sık gerçekleştirmek istediklerini
belirtmiş. İç siyasette AKP hükümetinin bayraktarlığını yaptığı dinci söylemi
kaptırmamaktaki ısrarıyla bilinen Kılıçdaroğlu, anlaşılan o ki, AKP’nin Yeni
Osmanlıcılık çerçevesinde belirlediği
dış siyasetine de bu çerçevede ortak olma heveslisi.
Kolay gelsin diyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder