(Yazının orijinali 11 Haziran 2011 tarihinde yayınlanmıştır)
AB iktisadî ve toplumsal krizlerle uğraşırken,
Balkanlar’daki işbirlikçi hükümetlerin kendi iç siyasetleri sayesinde hâlâ
prestijli konumunu korumayı sürdürebiliyor. Son bir ayda Balkan siyasetinde iki
önemli gelişme oldu. İlk gelişme, Bosna-Hersek’teki Sırp yönetiminin (Republika
Srpska – Sırp Cumhuriyeti) Haziran’da yapmayaı tasarladığı referandumu erteleme
kararıydı. Fakat bu gelişmeyi başka bir gelişme gündemde arka sıralara taşıdı:
Ratko Mladiç’in yakalanması. Tam da Sırbistan’ın AB’ye üyelik sürecinin
belirleneceği toplantı öncesi meydana gelen bu gelişme çok mânidardı.
Bilindiği gibi Kasım
1995’te ABD’nin Dayton kentinde devam eden müzakereler sonucu 14 Aralık 1995’te
Paris’te imzalanan, Dayton Barış Anlaşması olarak bilinen anlaşma Bosna’yı
Boşnak-Hırp federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olarak ikiye bölüyordu. Bu
anlaşmayla özellikle Doğu Bosna’da “temizlenen” Srebrenica, Foça, Bijeljina,
Trebinje gibi yerleşimler ilk cumhurbaşkanı Radovan Karadziç olan Sırp
Cumhuriyeti’ne hediye ediliyordu.
Dayton Barış
Anlaşması’nın getirdiği barış gün geçtikçe daha çok sorgulanıyor. Tam da
Hırvat-Boşnak askeri güçlerin ortak askeri operasyonlarla SC (Sırp Cumhuriyeti)
kuvvetlerini geri püskürtmeye başlamasıyla yapılan bu barış bir çok soru
işaretini beraberinde getiriyordu. Dayton Barış’ının Bosna’ya ve Balkanlar’a
nasıl bir barış getirdiğini önümüzdeki haftalarda burada yeniden inceleyeceğiz.
Fakat, vurgulamamız gereken önemli bir şey var: Dayton Barışı aslî olarak
bölgeye bir barış getirmemiş, aksine düşmanlığı yapısallaştırmıştır.
Aradan 16 sene
geçmiş olmasına rağmen bölgede siyaset hâlâ savaş koşullarında devam etmekte ve
sadece milliyetçi partilerin tekelinde. Son Bosna seçimlerinde Boşnakların
Sosyal Demokrat Parti’ye daha fazla oy vermesi belki de siyasetin farklı bir
düzeleme kaymaya başladığının işareti olabilir, ama Hırvat siyasetçilerin,
özellikle de Sırp siyasetçilerin hâlâ en önemli gıdası etnik nefret.
“Özellikle Sırp
siyasetçilerin” diyoruz. Nitekim, son seçimlerde SC partileri arasındaki
çekişme “Kim daha milliyetçi?” tartışması üzerinden şekillendi.[1] Bunun
en önemli nedeni, Kosova Sorunu’nun Sırp milliyetçiliğini sürekli diri tutması.
Dayton Barışı’yla beraber sınırları daha da belirginleşen, üstelik de
uluslararası toplum tarafından tanınan Sırp Cumhuriyeti geçtiğimiz 16 sene
boyunca homojen bir ülkeye sahip olmanın avantajlarını yaşadı. Öyle ki, Sırp
siyasetçiler SC’de var olan sorunların nedeni olarak da hâlâ bir çok konuda
Saraybosna’ya bağlı olmalarını gösteriyorlar. Kosova’nın bağımsızlığını ilan
etmesiyle birlikte SC de kendi bağımsızlığının meşruluğunu öne sürdü. Dayton
Barışı’nı Bosna-Hersek’te korumakla yükümlü olan hükümetler üstü Yüksek Temsilcilik
tarafından uygulanabilecek olan yaptırımlara maruz kalmamak için açık açık
bağımsızlık talebini dile getirmektense, varolan statünün işler olmadığını
gösterme stratejisini güden SC, Bosna-Hersek idarî mekanizmalarını tıkamayı ve
işlevsiz kılmayı hedef olarak koydu.[2]
Bu süreçte
Haziran 2011’de Bosna-Hersek’ye hükümetlerüstü yetkilere sahip olan AB’ye bağlı
Yüksek Temsilcilik’in yetkilerini sorgulayan bir referandum yapacağını
duyurmuştu. Bosna’da siyaset iyice gerilmişken ve savaştan bu yana en büyük
kriz yaşanırken, birden bire SC cumhurbaşkanı Milorad Dodik söz konusu
referandumu “ertelediklerini” duyurdu. SC’nin kuruluşundan bu yana çok iyi
uyguladığı bir strateji “aba altından sopa” göstermektir. Savaşta da NATO ve BM
askerlerine kendilerini fazla yormamaları için aba altından sıkça kalaşnikof
gösterdikleri bilinir. En önemli örnek Temmuz 1995’te Srebrenica’da
yaşanmıştır. Kamera kayıtlarında Mladiç’ten sivillerin güvenlik içinde
Srebrenica’dan çıkacağı sözünü alan Hollandalı komutanın Mladiç’in ikram ettiği
erik rakısını yudumlarken nasıl da titrediği çok açık görülmektedir.[3]
Karadziç de BM’nin ara ara sesini yükselttiği zamanlarda bir iki mavi bereliyi
öldürerek “ayar verdiği” bilinmektedir.
Dodik de Doğu
Bosna’yI temizleyerek SC’nin kuruluşuna önemli katkılar yapan Ratko Mladiç ve
SC’nin ilk Cumhurbaşkanı Radovan Karadziç’ten Batı ile ilişkiler konusunda ders
almış olmalı ki, söz konusu referandumu “iptal ettiğini” değil de sadece
“ertelediklerini” açıkladı. Dodik açıkça AB ve Sırbistan arasındaki görüşmeleri
beklediğini gösteriyordu.
Fakat, bu yeterli
değildi. Havuç-sopa stratejisinin bir “sopa” tarafı, bir de “havuç” tarafı
olmalı. Yüksek Temsilcilik sayesinde “huzurlu” bir Balkanlar siyaseti güden
AB’ye bu huzurun bozulacağına dair gösterilen “sopa”nın yanında bir de “havuç”
verilmeliydi. Bu da Ratko Mladiç oldu.
Dost blog http://devrimcibosnak.blogspot.com
sayfalarında bundan sekiz ay önce yayınlanan kahince bir tespit var. Devrimci
Boşnak şöyle diyor:
“Belki kehanette bulunmak
gibi olacak, belki bir öngörü olacak veya belki de fantastik bir iddia olacak
ama, 1-2 sene içinde Mladiç'i Lahey'de görebiliriz. Son olarak bir telkinde
bulunmak isterim; 2011-2012 gibi Mladiç ve/veya Goran Hadziç yakalanırsa
şaşırmayın, sevinmeyin. Zira, AB'nin ve/veya BM'nin adaleti, erken de gelse geç
de gelse adalet değildir.”
AB ile görüşmeler
öncesinde Mladiç’in yakalanması ve Dodik’in de referandumu “erteleme” kararı,
Sırbistan hükümetinin elini rahatlattı. Nitekim, Sırbistan cumhurbaşkanı Tadiç
“Büyük Sırbistan”ın iyi bir fikir olmadığını belirterek Hırvatistan’ın gittiği
yolu takip ettiklerini, kendilerinin de Hırvatistan gibi AB’ye kabul edilmesi
gerektiğini söylüyor.[4]
İzlanda ve İrlanda
derken, Yunanistan ve İspanya’da derinleşen kriz ve yükselen toplumsal muhalafet
karşısında tarihinin en kritik krizlerinden biriyle karşı karşıya kalan AB,
Balkan ülkelerinin işbirlikçi hükümetlerinin AB hevesi sayesinde prestijini bir
nebze de olsa koruyabiliyor. Milliyetçiliğin ve etnik siyasetin yıllardır sınıf
siyasetini ötelediği Balkan devletleri bu anlamda sadece AB’nin prestijini
muhafaza etmeye değil, bu tarz bir siyasete mahkûm bıraktığı kendi iç
dengelerini de elinde tutmaya devam ediyor.
Sırbistan hükümeti AB
kozunu kendi iç siyasetinde, Mladiç ve Sırp Cumhuriyeti kozlarını da AB’ye
karşı kullanırken, her iki kozda da birinci dereceden etkilenen Bosna’da durum
nedir? Bir sonraki yazımızda da AB siyasetinin Bosna’daki iç dengeleri nasıl
belirlediğine bakacağız.
[1]
Bosna-Hersek’teki son seçimler ile
ilgili haberimiz: http://haber.sol.org.tr/dunyadan/bosna-hersek-secimleri-degisen-bir-sey-yok-haberi-34125
[2]
Konuyla ilgili haberler için
bakınız:
http://haber.sol.org.tr/dunyadan/bosna-bir-kez-daha-bolunuyor-haberi-39547
http://haber.sol.org.tr/dunyadan/bosna-bir-kez-daha-bolunuyor-haberi-39547
[4]
Konuyla ilgili haber için: http://haber.sol.org.tr/dunyadan/buyuk-sirbistan-iyi-bir-fikir-degildi-haberi-43387
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder