(Yazının orijinali 22 Ekim 2011 tarihinde yayınlanmıştır)
Balkanların tamamı
işbirlikçi hükümetler tarafından yönetiliyor. Bunların arasında nüans farkları
elbette var. İşbirlikçiliğin en önemli sonuçlarından biri de, ara sıra büyük
abilerden fırça yemek. Haklı da olsanız, haksız da olsanız bu fırçaları sineye
çekeceksiniz. AB’nin en son fırçası Balkan ülkelerine tanınan serbest vize
rejiminćn istismar edilmesiyle ilgili.
Yugoslavya Yazıları’nda daha önce Balkanlar’daki işbirlikçi
hükümetlerle AB arasındaki ilişkilere değinen yazılara yer vermiştik. (1)
Özetle, AB Balkan ülkelerini parmağının ucunda oynatırken, Balkan ülkeleri de
AB ile ilişkilerini allayıp pullayarak iç siyaset malzemesi olarak
kullanabiliyor. En işlevsel örneklerden biri de Schengen ülkeleri için tanınan
serbest vize rejimi. AB’ye henüz kabul edilmeyen Balkan ülkelerinin elde ettiği
bu koz, iç siyasette muhafazakar-işbirlikçi politikacılara çok puan kazandırdı.
Gelin görün ki, AB bu kararından pek de memnun görünmüyor gibi. Daha doğrusu,
anlaşılan memnun değilmiş gibi görünüp daha da fazla taviz koparma arayışında.
“AB’ye verilmeyen taviz kaldı mı?” sorusu aklımıza takılabilir. Ama inanın, AB
bu konularda profesyonelleşmiş artık. Dudak uçuklatacak talepler yaratmada
üzerlerine yok.
19 Aralık 2009 tarihinde Makedonya, Karadağ ve Sırbistan
vatandaşlarına Schengen ülkeleri için tanınan serbest vize rejimi, 15 Aralık
2010 tarihinden bu yana Bosna ve Arnavutluk vatandaşlarına da tanındı. Serbest
vize rejimi muhafazakar politikacıların “prestij” söylemleri için çok önemli
bir silah. “AB tarafından güven duyulan bir ülke” yaratmak yerel siyasette en
önemli oy kazanma aracı olarak görülüyor. Ne yazık ki, etnik meselelerle
fazlaca içli-dışlı olan Balkan halkları bu zokayı yutup, AB tarafından sırtı en
fazla sıvazlanan poltikacılara daha fazla güven duyma eğilimindeler. Bu
konjonktürde, Schengen vizesi muafiyeti Balkanlar’da yerel siyaset açısından
önemli bir yere sahipti.
Fakat geçtiğimiz ay Belçika hükümetinin serzenişleri gündeme
oturdu. Belçika hükümeti Schengen serbestisinin tanındığından bu yana Bosnalı
mülteci başvurularında gözle görülür bir artış olduğundan şikayetçiydi. AB
komisyonları bu serzeniş karşısında sessiz kalamdı ve durumu incelemeye aldı ve
Schengen serbestisi tanınan ülkelerin vatandaşlarının, AB’nin bu “iyi niyetli”
girişimini istismar ettiğini duyurdu ve gerekirse bu kararın geçersiz
sayılacağını, bu konuda gerekli önlemleri almayan Balkan ülkelerinin vize
muafiyetinin kaldırılacağını ilan etti.
Balkan halklarının ilk tepkisi özetle şu şekilde: “Bizim
insanımız böyledir işte. İyilikten anlamazlar.” Hükümetler ise AB ile alınacak
önlemler konusunda masaya oturdular bile. Dünya diplomasi tarihinde özgün bir
örnek olarak, bundan böyle AB sınırlarına girecek Balkan kökenli vatandaşların
güvenlik kontrolleri, yani bu vatandaşların girdikleri ülkelerin sınır
görevlileri tarafından yapılması gereken kontroller bundan böyle vatandaşın
kendi ülkesindeki görevliler tarafından yapılacak. Dolayısıyla, bu kontrolden
geçen vatandaşın sorumluluğu kendi ülkesinde olacak. Saçma bir uygulama
olmasına rağmen her iki tarafa da uyuyorsa söyleyecek bir şeyimiz yok. Fakat,
uygulamada bazı sıkıntılar doğuracak.
En büyük sıkıntı şu: İltica başvurularının büyük çoğunlu
Balkan ülkelerinde yaşayan Roman vatandaşlar tarafından yapılıyor. Hâl-i
hazırda AB üyesi olan Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan gibi ülkelerin
Nazi rejimini aratmayan Roman politikasına sessiz kalan AB, bu konuda da çifte
standart uygulamalarının güzel bir örneğini vererek Roman vatandaş sorununu
sürekli olarak Balkan ülkelerinin önüne koyuyor. Bu konuda rapor üstüne rapor
yayınlıyor. Bu raporlar da AB ülkelerine iltica başvurusunda bulunan Roman
vatandaşlar tarafından gerekçe olarak gösteriliyor. AB ise çok güzel bir
manevrayla mülteci potansiyeli taşıyan Balkanlılar’ın kendi sınırlarına
girmeden engellenmesinin önünü açıyor. Yani örneğin Sırp sınır polisi vatandaşa
bakacak ve eğer Roman ise, ya da Roman’a benzer bir yanı varsa bu vatandaşın
seyahat özgürlüğünü engelleyecek. Açık bir ırk ayrımcılığı! Fakat bu AB’yi
rahatsız etmiyor.
Biraz da rakamlarla konuşalım.
Belçika hükümetinin şikayet konusu ettiği Bosna kökenli
iltica taleplerinin sayısı bütün AB ülkeleri için 2105. Kosova sorunundan
dolayı şu sıralarda fazla rahatsız edilmek istenmeyen Sırbistan’dan yapılan
iltica başvurusu ise tam 17,715. Sırbistan’ı fazla rahatsız etmemek lazım, ama
zaten tamamıyla sömürgeleştirilen Bosna şamar oğlanı yapılabilir. AB’ye yapılan
iltica başvurularında ikinci sırayı Makedonya vatandaşları alıyor: 7,550. Bu
rakamlar AB’li politikacıları rahatsız ediyor ve bunun nedeninin serbest vize
rejimi olduğunu öne sürüyorlar. Halbûki nüfusu Bosna kadar bile olmayan ve
serbest vize rejimi tanınmayan, üstelik de Batı’nın huyuna suyuna göre bir
hükümetle yönetilen Kosova’dan AB’ye yapılan iltica başvurusu 14,285 kişi.
Yukarıda da değinildiği gibi, iltica başvurularını
yapanların büyük çoğunluğu Roman asıllı olduklarını ve ülkelerinde Romanlar’a
karşı siyasî baskı olmasını gerekçe göstererek bu girişimde bulunuyorlar.
Başvuruların çoğu Almanya, Belçika ve İsveç gibi başvuru sürecinin en uzun
olduğu ülkelere yapılıyor. Başvuru kabul oranları yüzde 2 düzeyinde fakat bu
süre içerisinde kaçak işlerde çalışan mülteci adayları tatmin edici bir
birikimle memleketlerine geri dönebiliyorlar.
Peki sorun nerede? Kaçak yabancı işçiler, yani sigorta,
sendika, sosyal güvence sorunlarıyla uğraşmadan elde edilen en ucuz emek
kaynağı AB ülkelerinin “vazgeçilmez”lerinden değil mi? Evet. Fakat AB ülkeleri iltica
başvurusu sonuçlanana kadar mülteci adaylarının minimum ihtiyaçlarını
karşılamak zorundalar. AB ülkeleri işte bu masraftan da kurtulmak istiyorlar.
Balkan hükümetlerinin elleri mahkûm: Sınırlarını daha da
“güvenli” hale getirecekler ve medenî dünyayı sömürmek isteyen bu iyilikten
anlamayan vatandaşlarını engelleyecekler. Aksini yapan çıkabilir mi? Belki. Ama
muhtemelen bu cesur kişinin yolsuzluk dosyaları ertesi gün gazetelerde sayfala
sayfa yayınlanacaktır.
dirimozkan@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder