(Yazının orijinali 18 Ağustos 2012 tarihinde yayınlanmıştır)
Geçtiğimiz ay Zaytung’u
aratmayacak bir haber düştü ajanslara. Sol Portal’da da yer verdiğimiz haberde,
Kosova’nın başkenti Priştine’de ABD bağımsızlık günü kutlamalarının yapıldığı
yazıyordu.
Haber hiç de şaşırtıcı
değildi. Priştine’de 10.000 Kosovalının katıldığı açık hava konserleriyle
şenlenen kutlamalara üst düzey devlet yetkilileri de katılmış. Kosova
Cumhurbaşkanı Yahyagay ABD’nin bağımsızlık gününü yüz milyonlarca Amerikalı ile
birlikte kutladıkları için mutlu olduğunu ifade etmiş. Yahyagay’ın samimiyetini
ispatlamak için ABD Büyükelçisi önünde takla atıp atmadığını bilmiyoruz, fakat
ABD büyükelçisi dost ülke Kosova’ya bundan sonra da yardımlarını
esirgemeyeceklerini belirtmiş. (1)
Kosova deneyimi bize
uluslar arası dalkavukluğun sınırının olmadığını gösteriyor.
Priştine’ye gittiğinizde
ABD etkisini iliklerinize kadar hissedersiniz. En büyük caddelerden birisi Bill
Clinton Caddesidir ve cadde üzerinde kocaman bir Clinton posteri sizi karşılar.
Bu da az gelmiş olmalı ki üç yıl önce de Clinton’ın heykelini dikmişlerdi.
Heykelin açılışını bizzat Clinton yapmış, sonrasında da “Sürdürülebilir Başarı
için Liderlik” temalı konferansa katılmak üzere İstanbul’a gelmişti. (2)
Yugoslavya Yazıları’nda
Balkan devletlerinin işbirlikçiliğinden sık sık bahsediyoruz. Balkan hükümetleri,
emperyalizmle işbirlikçiliğinde Orta-Doğu hükümetleriyle yarışıyor. Bir fark
var: Bir şekilde sahip oldukları petrol sayesinde ülkelerini ve halklarını
petrolle beraber peşkeş çeken Arap şeyhlerin elinde en azından petrol var ve
emperyalist efendilerin karşısında şaklabanlık yapmalarına, dalkavukluk
yapmalarına gerek yok. Ellerinde petrol veya başka bir stratejik malzeme
olmayan Balkan hükümetleri ise türlü türlü taklalar atmak durumunda ve bazen
dalkavuklukta geldikleri nokta, bizi bile, bu konuda eline su dökülmeyecek
ülkelerinden birinin vatandaşı olan bizi bile hayretler içinde bırakabiliyor.
Bu konuda Kosova farklı
bir alemde yer alıyor ve dalkavuklukta başı çekiyor.
Kosova milliyetçiliğin
dozunda da önde gelen Balkan ülkelerinden. Bu da hiç şaşırtıcı değil.
Emperyalizmle işbirlikçilik ve başta milliyetçilik olmak üzere her türlü
muhafazakar ideolojik formasyon birbirine zamkla tutuşturulmuştur ve biri
olmadan diğeri olmaz.
Emperyalizmle
işbirlikçiliğinde boyut değiştiren Kosova aynı zamanda Arnavut
milliyetçiliğinin de merkezi.
Arnavut milliyetçiliğinin
merkezi, bilinenin tersine Arnavutluk değil, Kosova’dır. Kosova’da 1878’de
kurulan “Prizren Ligi” ilk ulusal Arnavut örgütüdür. Kosova’nın en önemli
özelliği, yaklaşık 150 yıl boyunca Sırp ve Arnavut milliyetçiliğinin çatışma
alanı oluşudur.
Hırvatistan’da
uyguladıkları vahşet ve yaptıkları katliamlarla Nazilerin bile dudaklarını
uçuklatan “Ustaşa” pratiğine benzer bir formasyoınu barındıran Kosovalı
Arnavutların kurduğu “Beli Kombetar” da (Ulusal Cephe) Yugoslav dağlarında
partizanlarla uğraşan Nazilerin nefes alabildikleri bir belde olmuştur. UÇK’nın
(Uştriya Çlimatare e Kosoves – Kosova Kurtuluş Ordusu) kuruluşunda ve terör
eylemlerine başlamasında Beli Kombetar mirasının ne derecede etkin olduğunu
söylememize gerek bile yok.
Bosna Savaşı’ndan dolayı
dünyayı kaplayan anti-Sırp havadan çok iyi faydalanan Kosova milliyetçiliği, bu
dalgayı kendi lehinde kullanmasını çok iyi bildi. İlk eylemlerini Bosna
Savaşı’nın bitiminden sadece 5 ay sonra gerçekleştirdikleri de şaşırtıcı bir
veri değil. Henüz 11 Eylül olayı patlak da vermemişken hem Batı
emperyalizminin, hem de İslamî gericiliğin desteğini arkasına alan UÇK, “kötü
çocuk” Sırbistan’ı alt edemese bile NATO müdahalesi için çok uygun bir zemin
hazırlamıştı.
Sırp ve Arnavut milliyetçiliğinin
çatışma alanı olan Kosova’da, yaklaşık 150 yıllık mücadele sonunda zafer
Arnavut milliyetçiliğinin olmuştu.
Bu aşamada Türkiye’nin
tutumu da hayli ilginçtir. Yugoslavya döneminde, Kosova’da Türkçe Sırpça ve
Arnavutça ile birlikte resmî dil olarak kabul edilmişti. Savaştan sonra
Sırpçadan temizlenen Kosova’da, bu temizlikten Türkçe de payını adlını.
Prizren, Gjilan ve bir iki küçük yerleşim dışında Türkçenin resmî statüsü
bulunmuyor. Bu yerleşimlerde ise Türkçe “azınlık” dili statüsünde. Türklerin ve
Türkçenin kültürel, iktisadî ve sosyal statüsü Yugoslavya döneminin çok daha
gerisinde. Türk okulları bir takım bürokratik bahanelerle kapatılmaya
çalışıyor. Kosovalı Bir çoğu Türkçe bilen Kosovalı Arnavut milliyetçileri
Türkçeyi tanımıyor ve açıktan açığa “yüzyıllardır biz Türkçe konuşuyorduk,
artık siz Arnavutça konuşacaksınız” diyorlar. Ona buna atar yapan, dış politikayı
“atar yapma” ve “tükürdüğünü yalama” prensibine dayandıran Türk hükümeti ise
Kosova’yı tanıyan ilk ülkelerden. Buna ise millî cenahın gıkı bile çıkmadı. Bu
da bizi zaten hiç şaşırtmadı…
Emperyalizmin askerî
rezervi ve İslamî örneği olan Türkiye’nin yeni Osmanlıcı dış siyaseti Kosova’yı
tanımayıp da ne yapacaktı?
Nasıl kurulduğunu
bildiğimiz Kosova’nın emperyalizmle sıkı fıkı ilişki içinde olmasını pek de
yadırgamıyoruz. Fakat dalkavukluğun bu raddede olması bizi bile utandırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder