(Yazının orijinali 23 Temmuz 2011 tarihinde yayınlanmıştır)
Saraybosna eski Yugoslavya’nın kültür başkenti
olarak bilinir. Saraybosna’nın havasını almamış, suyunu içmemiş sanatçılar
sınavı geçmiş sayılmazlarmış. Savaş sırasında düzenlenen güzellik yarışmaları,
konserler, şiir dinletilerini duymuşsunuzdur. Bosnalılar dağlardan kenti
kuşatanlara karşı yetersiz silah ve cephaneyle yapılan direnişin asıl kaynağının
barbarlığa karşı hayatı ve insana dair değerleri bu şekilde savunmaktan
geçtiğini sık sık söylerler.
Saraybosna Film Festivali
Savaşa sanatla, kültürle direnen Saraybosna’da Obala Sanat
Merkezi’ndeki bir grup sanatçının fikriyle gerçekleşen ilk Saraybosna Film
Festivali (SFF) dünyadan yalıtılmış kentin bir nebze olsun nefes almasını
sağlamıştı. İlki 1995 yılında, kuşatma devam ederken düzenlenen festivale 15
farklı ülkeden 37 film katılmıştı ve jeneratörlerle çalışan korunaklı
salonlarda gösterilen filmlere yoğun bir ilgi vardı.
Savaştan bu yana iktisadî krizi atlatamayan, sürekli olarak
siyasî sorunlarla uğraşan, genç nüfusunu ve doğal olarak da en önemli sanatçı
ve yazarlarını beyin göçüne feda eden Saraybosna’da, yılda on gün eski güzel
günleri andıran bir atmosfer yaşanıyor. Dünyaca ünlü yıldızların, yönetmenlerin
yanısıra, başta eski Yugoslav ülkeleri vatandaşları olmak üzere film festivali
için Saraybosna’ya akın eden misafirler kentin yaşam ritmini değiştiriyor. Öyle
ki, günlük konuşmalarda Saraybosnalıların hayata karşı daha duyarlı oldukları,
sadece gösterilen filmlerle ilgili değil, hayata dair yorumlarda daha eleştirel
bir bakışa sahip oldukaları gözlemleniyor.
Saraybosna’nın yerel radyolarından e-Fm’de program yapan
Zoran Çatiç festival sırasında kentin yaşadığı atmosferin, aslında bütün yıl
boyunca Saraybosna’nın görünümü olması gerektiğini ifade etti. Film Festivali
bu anlamda Kış Festivali, Başçarşı Geceleri gibi kültürel sanatsal
etkinliklerin yıl boyuna yayıldığı Saraybosna’da, kent sakinleri için bir
festivalden daha fazlasını ifade ediyor.
Festivalin pazarı
Uluslararası SFF’de “uluslararası” karakterin özellikle son
yıllarda yerini “Balkanlar” (ya da Batı-merkezli ifade edildiği şekliyle
“Güneydoğu Avrupa) eksenine dönüştüğü gözlemleniyor. Bir anlamda Avrupa’da daha
büyük festivallerle yarışamayacağını öngören festival düzenleyicilerinin en
azından bölgede bir “lider festival” yaratma hedeflerinin olduğunu
söyleyebiliriz. Bu dönüşümde festivalin direktörü Mirsad Purivatra’nın çok
önemli bir payı var kuşkusuz.. Uluslararası reklam ajansı McCann’nın eski
CEO’larından Purivatra savaşa karşı kültürel direniş sembolü olan bir
festivali, iktisadî bir pazarlama başarısı haline getirmesi önemli stratejik
hamlelerden birisi.
Bu “pazarlama başarısının” en büyük ayaklarından birisi de
bölgesel bir festival haline getirilen SFF’nin “Genç Yetenekler” bölümü oluşturuyor.
Festivalde yer verilen genç yönetmenlerin başarılı olanlarının uluslararası
sinema endüstrisinin taze kan ihtiyacını karşıladığını söyleyebiliriz. Buna
kimin itirazı olabilir ki? Öte yandan, ismi duyulmamış bir çok genç yerel
yönetmenin yeni filmler çekebilmesi için maddî desteğin olması gerekiyor. SFF
ve bölgedeki diğer festivaller aynı zamanda genç yönetmenlerin filmlerine
sponsor bulmasını da kolaylaştırıyor. Öte yandan, maddi destek verilen filmlerin
senaryolarının biraz “seçmece”olduğu görülüyor. Genç yönetmenler en çok da
bundan şikayetçi. Nitekim, savaşın üzerinden 16 yıl geçmiş olmasına rağmen
savaş konulu ya da etnik farklıların ön plana çıkarıldığı senaryoların sponsor
bulmakta daha az zorlandıkları biliniyor. Bu seneki festivalde de özellikle
Bosnalı genç yönetmenlerin çektikleri filmlerde savaş ve etnik kimlik konuları
ön plana çıkıyor.
Festivalin bölgesel bir iddiasının olmasının sonuçlarından
birisi de Balkanlar’ın en gelişmiş sinema endüstrisine sahip olan Türkiye’nin
her sene ağırlığını biraz daha hissettirmesi oldu. Festivali izlemeye gelen
Batılı sinemaseverler bu duruma burun kıvırsa da emperyalizmin bölgedeki Truva
atı Türkiye’nin, sadece bölge siyasetinde değil, kültürel yaşamında da daha
etkin rol alması güncel siyasetin doğal bir sonucu olarak görülmeli.
SFF, on günlüğüne de olsa Saraybosna’nın sosyal ve kültürel
görünümünü değiştirse de, aslında Yugoslavya’dan bu yana en çok da savaşın
etkisiyle Saraybosna da diğer eski Yugoslav başkentleri gibi sosyal ve kültürel
değerlerinden çok şey kaybetti. Savaş sırasında büyük bir beyin göçü yaşandı.
Saraybosna kökenli bir çok aydın savaş sırasında yurtdışına kelimenin tam
anlamıyla “kaçtı”. Yurtdışına kaçma fırsatı olup da kalanlar da var, fakat
savaştan sonraki kirli siyaset bu kesimin de Bosna’da kalması için bir
nedenlerinin olmamasına yol açtı. Bosnalı aydınlar bir ikilemle karşı karşıya
kaldılar: Ya kalıp emperyalizm güdümlü STÖ’lerin ya da sağcı, dar kafalı,
yolsuzluklara bulaşmış siyasetçilerin desteğiyle ayakta kalmaktan başka
çareleri kalmamıştı. Kalanlar da oldu. Ama bunların arasında siyasi yönden
erezyona uğrayan birçok örneği var.
Yaşanan büyük beyin göçü bir süreç ve hâlâ devam ediyor.
Saraybosna’da kültürel savaşın boyutları ise daha büyük. Yukarıda da
bahsettiğimiz gibi, onca emek verilerek yaratılan değerler de “pazarlama”
faaliyeti olarak peşkeş çekiliyor. Bunlardan birisi SFF. AB güdümünde
milliyetçiliğe endeksli bir siyaset ve bu iki verinin her zaman beraberinde
getirdiği yolsuzluğa batmış bir iktisadî ortamda Saraybosna’nın kültürel değerleri
birer birer değer erozyonuna uğruyor. Kültürel değerlerdeki erozyonla çalışan
kesimlerin iktisadî ve toplumsal durumlarındaki kötüleşme de başa baş gidiyor.
Daha önce Bir Mayıs’ın nasıl kutlandığına dair bir yazımız Živio Prvi Maj
(Yaşasın Bir Mayıs) başlığıyla burada yayınlanmıştı.
Çok çarpıcı bir biçimde Bosna-Hersek’teki ilk McDonalds 21
Temmuz 2011’de, tam da film festivalinden bir gün önce açıldı. Dünya’da
McDonalds olmayan yegâne başkentlerden biri olan Saraybosna’da, üstelik de Tito
Caddesi üzerine açıldı. “Tito” uzun zamandır gençlerin “piyasa yaptıkları”,
Batı’nın ünlü markalarının mağazalarına ev sahipliği yapan bir cadde ismi
olarak anılıyor. Tito Kafe’yi de unutmamak lazım. Saraybosna’nın gözde
mekanlarından.
Saraybosna çok iyi pazarlanıyor. Fakat Saraybosna’yı
Saraybosna yapılan kültürel değerler birer birer yok edilerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder